Son Şeyler

Showing posts with label ilişki. Show all posts
Showing posts with label ilişki. Show all posts
Sevgili beyler, nasılsınız? Sizlere yıllardır özel bir yazı yazmadım diye aranızda şeyolan var mı? Olsun. Bu günkü konumuz, hep okumak istediğiniz o uluslararası ilişkiler. Yani yabancı hanımlarla iletişim...

Aslına bakarsanız, yıllardır önüne geçilemeyen bir geyik olan; “yurt dışında kızlar teklif ediyormuş”u, ülkemiz sınırları içinde deneyimlemeniz gayet mümkün. Neticede yaz kış turizmi olan, üç tarafı yabancılara iş olanaklarıyla çevrili enterasan bir ülkeyiz. Bu satırları yazan bendeniz ise, hem turist rehberi bir babanın kızı, hem de 10 senedir yabancı bir hanımla evli abinin kardeşiyim. Özetle,tercihiniz uluslararası ilişkilerse, aradığınız cevapların bir bölümü bende olabilir. Olabilir ne demek? Oldu bile. Lütfen yazının devamına doğru sağlı sollu ilerleyiniz..

  • Doğru yerlerde, doğru insanlarla, doğru işler peşinde koşun: Bu söz annemin bana hayat hakkında verdiği, en önemli tavsiyelerinden biridir. Gerçi ben bir türlü bu üçlü kombinasyonu kurmayı başamadım ama sizin muaffak olacağınızdan şüphem yok. Şöyle ki; yabancı hanımlarla tanışmak için gitmeniz gereken yerleri, size Tripadvisor gibi uluslararası seyahat tüyosu veren siteler, şak diye söyleyecektir. Yapmanız gereken, bulunduğunuz semtte önerilen mekanlara bakmak ve önerilen mekana değil ama onun sokağında açılmış, aynı kalitede ve fiyatları henüz önerilen mekan kadar uçmamış olan yere oturmak. Çünkü yurdumuz dışından insanlar, sırf adı var diye bir mekana çılgınlarca para bayılmaktan pek hoşlanmıyor ve her nasılsa, kaliteli ve makul yerleri bizden önce keşfediyorlar. Sonra tabi yediğinize içtiğinize dikkat etmeniz de çok önemli. Glutensiz ve vegan yemenizi öneriyorum. Çünkü şu ara çok moda. Bira yerine şarap tercih etmeniz, yanınızda gazete/kitap bulundurup en azından okuyormuş gibi yapmanız ise artı puandır. “Peki ya muhabbeti nasıl başlatacağız?” derseniz, bence hanfendinin siparişini çok beğendiğinizi/merak ettiğinizi, aynısından söylemek istediğinizi belirtin. Gerisi yabancı dillerdeki hakimiyetinize kalmış.

  • Turisti keyifli ağırlamak için edinmeniz gereken yetenekler: Şimdi aile sırlarını deşifre etmek gibi olmasın ama turist bireyleri mutlu etmenin sırrı, onlara hem evinde hissettirmek, hem de otantik deneyimler sunabilmektir. İşte bu sebeple yabancı bir hanımla buluşacaksanız, mümkünse gündüz, şehrinizin tarihi mekanlarını, hatta müze ve ören yerlerini kapsayan bir buluşma tasarlayın. Buluşmaya gitmeden önce bu mekanlar hakkında internetten biraz bilgi edinmeniz ise, açıkçası çok hoş olur.  Yahut hanımefendiye sizin katılamayacağınız, lakin çıkışta buluşacağınız bir hamam sefası ısmarlayabilirsiniz. “Yabancılar bu hamamın nesini seviyor bu kadar?” diye sormayın. Ben de anlam veremiyorum ama seviyorlar. Tabi işiniz sadece tarih ve kültür ile sınırlı değil. Evde20-25 kişilik niş bir Erasmus partisi verebilmeli, yahut ince pazarlıklarla bir tekne kapatıp ada turu yapmayı başarabilmelisiniz. Endişelenmeyin, yabancı hanımlar teknenin ücretini paylaşmaktan hiç de gocunmayacaklar.

  • Uluslararası ilişkide sosyal medyanın önemi: İnsanlar en çok, tanıdıklarını düşündükleri kişilerin yanında rahat hissederler. Sosyal medya ise, insanlığa kendinizi tanıtmak için en temel fırsatlardan biri. İşte bu yüzden sadece arabanızın ve/veya motorsikletinizin ve Gym fotolarınızın olduğu Instagram hesabınıza derhal çekidüzen vermeli, hatta olmadı kökünden silmelisiniz. Bu ilk olumlu çabanın ardından, yaşam stilinizi ve en asil kültürün insanı olduğunuzu kanıtlayan, infosunda samimi bir cümle yazan bir hesap oluşturmaya başlayın. Fotoğraflarınızı İstanbul’un özel yerlerinden çekip, bol bol # ile tagleyin. Son adımda ise, İstanbul ve Türkiye ile ilişiği olan kişileri aratıp bulmalı (ilgili hastag veya yer taglerinden) onları beğenmeli ve “Be my guest @ my beautiful country - Turkey” mesajları ile sevgiye çağırmalısınız. Özetle uluslarası ilişkilerde sosyal medyanın gücüne inanmak, en temel motivasyonlarınızdan olmalı.

  • Maçoluklara veda: Tebrikler, uluslararası sıcak temaslar yaparak hayatınıza renk kattınız. Peki bu rengi pembeden kırmızıya, hatta mor ve fuşyaya (çok dolaylı olarak cinsellikten bahsediyorum) nasıl döndüreceğiz? Elbette Türk erkeği yazısız kodunda yer alan ve ancak Türk kadınına sökecek kimi davranışlarınızdan sıyrılarak. Kıskançlık, “Sen bunu neden giydin? Olmamış”cılık ve hoşlandığınız insanın egosuyla oynayarak onu kendine aşık etme methodu (daha önce işlemiştik) gözlemlediğimiz kadarıyla yabancı kadınlarda %90 oranında başarısızlıkla sonuçlanıyor. Özellikle Batı medeniyetinin yetiştirdiği kadınlar, ilk birkaç kıskançlığınızı/egoistliğinizi çocukluğunuza yorsalar da, üçüncüden sonra derhal “Ayol  bu manyak, kaç kaç!” moduna geçiyorlar. Özetle maçolularınızı gerekirse anti depresan yardımıyla modere etmeye çalışın.  Zor biliyorum ama işte uluslararası ilişkilerde mecburi bir takım ödünler veriliyor, malum. “Bu ilişkide bize hiç mi mutluluk yok?” diye soracaksınız, aşk olsun, elbette var. Öncelikle batılı hanım arkadaşınız mutlaka her gün, bir spor icra ediyor olacak. Onunla beraber çalışarak formda kalma artısını doyasıya yaşayın. Son olarak elbette, daha özgür, daha nitelikli cinsellik. (Ben de yaşayanların yalancısıyım.)

  • Uzun mesafeli ilişkilerde iletişim sorunsalı: İlişkiyi sadece tatil amaçlı ve tatil süresince kurmuş olsanız bile bazen gönül ferman ve uzun mesafe dinlemiyor. Ya da tanıştığınız bu yabancı hanımla evlenip yurt dışına kaçma planınız vardır, onu da anlarım. Peki bu ilişki nasıl sürecek? Elbette kolay olmayacak, günlük rutininize bir de Skype görüşmesi ve ufak sevimli mailler katmanız gerekecek. Her gün olmasa bile (malum, kızın orada bir hayatı var ve o hayat kaliteli bir hayat; sizinle her Allah’ın günü konuşmaya vakti olmayabilir) haftada iki kez, videolu görüşme yapmayı ihmal etmeyin. Telefon çok zorda kalmadıkça ve çok net haberler verilmeyecekse, kullanılmasa da olur. Hem karşınızdaki insana sesinizle duygu aktarmanız çok zor, hem de para yazıyor. Mail yazarken eminim çok sıkılacak, her gün aynı şeylerden bahsetmeyi anlamsız bulacaksınız. Kolayı var: hanfendiye baktığınız internet içeriğinden, onun hoşuna gidebilecek, komik, ilginç, sevimli görsellerin, haberlerin, giflerin adreslerini atın. Hem arkadaşlığınız pekişir, hem de muhabbete zemin olur.

  • Uluslararası evlilik  - “Yes” dedik, gerisi Allah kerim: Ben aşkın olduğu yerde, tüm engellerin görmezden gelinebileceğine inanan bir insanım. Ama bir de şuna inanıyorum: aşkın bittiği yer. Böyle bir yer var ve genelde ilişkinin 2,5’uncu yılına filan tekabül edebiliyor. (6. ayı da olabilir, optimist olmaya çalışıyorum) İşte o yerden sonra ilişkiyi götüren genelde muhabbet, arkadaşlık, karşılıklı destek ve hayattan ortak beklentiler oluyor. Kendi ülkenizden olmayan bir hanımla evlendiğinizde, aileler ne kadar açık fikirli ya da sevecen olurlarsa olsunlar, birbirlerine ısınmaları, gerçek bir aile formu almaları daha uzun sürecek. Sizi görümcenizin dedikodularını dinleyip, fikir sahibi olmaktan kurtaran bu form tutmama hali, en başlarda mükemmel görünebilir. Fakat zamanla çift olarak yalnızlaşmanıza, doğacak çocukları kimin bakacağını bilememenize ve tatillerde beraber gideceğiniz memleketi kavgalar eşliğinde seçmenize neden olacaktır. Dil sorunu uzun, içten, gündelik muhabbetler etmenizi zorlaştırıp, aranızdaki kültür farkı sizi tahammül edemediğiniz yemek veya müziklerle sınayabilir. Tabi bunların hiç biri, çözülemeyecek sorunlar değil. Mesala yabancı eşiniz, her gün en az bir kadının cinsel saldırıya uğradığı ve/veya öldürüldüğü cennet ülkemizde yaşamak istemezse, bunu bence anlayışla karşılamalısınız. Yani çare, karşılıklı anlayış; kime sorsanız gösterir.

Son olarak “yaşasın halkların aşkı” diyor, saadetler diliyorum. Çünkü daha ne yapabilirim gerçekten? Yuva bile kurdum size…

biterken,
"GQ türkiye'de eylül ayında yayınlanmış bu yazıyı, neden ısıtıp önümüze şimdi koydun?" demeyin. hiç birinizin gq okumadığını biliyorum. bu günlerde sahneye çıkmak dışında bi de romanı bitiriyorum. "who cares?" diyeceksin, de tabi, hakkın bi'tanesi.

görselini kullandığım, flight of the conchords'ın şu güzel şarkısıyla vedalaşalım.




Biliyorum pıtırcık bacılarım, direnişti, çapulculuktu, teröristlikti, kemirgenlikti derken, hepinizin hormonları kurudu. Bir asabi başbaşa, bir mutlu valiye bakmaktan, arada sağlık bakanının vajina monologlarına tükürmekten, içinizde ne yazın aşk ateşi yanabildi, ne gönül gözünüz açılabildi.

Üzülmeyin, bunlar da geçecek, bu devran da dönecek elbet.

Ben de açıkçası, siyaseten kendimi sorumlu saymaktan, uzun süredir aşk, cinsi münasebet ve ilişkiler üzerine yazamıyordum. Salon Güzin ablası kimliğimden milyarlarca ışık yılı ötede, saçımı başımı yolmakla meşguldüm. Ama birilerinin bu gidişata dur demesi de gerekiyor. Neticede burası yavşak bir blog, bir SQL logolu Sol gazetesi değil.

O zaman neden minik bohem toplumumuzun bir yarası olan "ilişki olamayan ilişkiler"e değinmiyoruz diye düşündüm bu sabah. Şimdi de, gün öğleni bulmadan bu yımışık düşüncelerimle buradayım. Öncelikle ilişki olmayan ilişkiyi tanımlaya çalışacağım.

Genelde erkek tarafının godoşizm akımına bel bağlamasıyla ortaya çıkan bu tip relasyonlar, kaynağını tembellik ve duygu boşluklarından alır. Bu cins ilişmede bireyler uzun zaman, aralıklarla cinsi münasebtte bulunmalarına, birbirlerine karşı katmerli tutkular beslemelerine karşı, o itişmenin bir türlü adı konamaz. Kimse onu sahiplenip, "Bunu da biz yaptık, bari nüfusumuza geçirelim" demez.

"Arkadaşız takılıyoruz", "Fakbadiyiz ne yaptığımız adı üstünde", ya da "Ay ben kendimi konnektıd hissedemiyoğuuum" açıklamaları zamanla, karşılıklı gece dümenleri ve 3, 4, ve 5. kişilerin olaya katılımıyla sakıza dönen, bohem dünyamızın dedikodu ihtiyacını karşılayan olaylar zincirine dönüşür. Ve bu olaylar olaylar zincirinden yine en çok, bacılarımız zarar görür.

Niye kabak hep kadınların başına patlıyor?

Değerler, değerlerimiz biliyorsunuz içinde yaşadığımız toplum için olmazsa olmaz, lakin erkeklerin çıkarı söz konusu olduğunda hemen sündürülebilecek, ters takla attırılabilecek kavramlar. Örnek üzerinden açıklayayım; çok bohem Cihangir - Beyoğlu eşrafında bile, 21. yy'ın orta yerinde hala günübirlik sevişen kadınlarımız "o" kelimeye hak kazanıyorlar. Onlarla sevişen erkeklerimiz ise kızların gözünde: "Olm şu çocuğa bak, nasıl da sikicieaa" kıvamına geliyorlar. 

Yetmiyor, duygusu olanlar, itişmeyi ilişmeye dönüştürmek isteyenler, yüreğinde sıcaklık barındıranlar "yapışkan" diye tagleniyor ve ayıplanıyorlar. Çünkü zaman erkin zamanı, ülke bizim değil bizi skip sonra "Aramızda bir şey yok kii" sırıtmak isteyenlerin ülkesi. Ve bacım sen hala bunlara üzülüyor, bunun haksızlık olduğunu düşünüyor ama yine de bunlar için kendini suçlamayı bırakamıyorsun.

Halbuki biriyle sevgili olmak istemek ayıp değil. Şimdi hobi olarak sevgili ol, insan gibi iki kelam et, birşeyler paylaş, sonra gene ayrılırsın.
Ama kime diyoruz değil mi?

Taktiksel Açılım

- Beklentiye girmeyelim: Bu tavsiyeyi ilk ben vermiş, kadınlara "Kendi mutluluğunuzdan siz sorumlusunuz. Mutluluğu bir erkekten beklerseniz kuru erik gibi yaşlanırsınız!" sloganları atmış olabilirim. Ama beklentiye girmemenin de bir sınırı var. Şimdi elbette ilk randevularda hemen kopmamalı, yükselmemeli ve "hayatımın erkeğini buldum ki ne bulmak" sevinçlerine gark olmamalıyız. Fakaaat, açıkçası 2- 3 aylık bir ön sevişmeler sonrasında beklentiye girmekten de doğal bir şey göremiyorum, bilemiyorum. Birine kapı açsa en azından "teşekkür" bekleyen adamların, kendilerine açılan kalplerin karşısında "Kız beklentiye mi girdin? Ay kezban!" çekmesi, düpedüz terbiyesizliktir. İçimden geçiyor ama dövemiyorum, sövemiyorum.

- O götler, göklerden inecek: Günümüz erkekleri nasıl becerdiler bilmiyorum ama "bir kadını redderek ona istedikleri her şeyi yaptırabilecekleri" bilgisine ulaştılar. Henüz ilişme başlamamışken reddedilen kadınlar maalesef: "Dur ben şununla kıyasıya bir daha sevişeyim, aklı başına gelir", ya da "Nasıl benimle sevgili olmak istemez? İs-te-ye-cek!!" kafasına geliyorlar. O adamı sevgili olarak alacakları yoksa bile, içlerine red almış olmanın ateşi düşmeye görsün, adamın götünü kaldıracak bin türlü dalavereye giriyorlar.
Girmeyin annem, girmeyin güzel bacım.
Henüz ortada fol yokken yumurta kırar gibi ortaya saçılan "Ben kimseyle ilişkiye girmek istemiyorum yeaa" açıklamasını soğukkanlıllıkla, gülümseyerek göğüste yumuşatın. Sonra adama dönüp, "Ben seninle sevgili olabileceğimizi hiç düşünmemiştim zaten. Kusuruma bakma ama sende bir erkekte aradığım özelliklerden hiç biri yok. (üzülen surat)" çekiverin. YAPIN BUNU!

- Beyin vermeye devam: İlk beyini alan, "o erkek değilsin zaten"i işiten adam yanınızdan önce tırıs tırıs uzaklaşacak, egosunda açılan yaraları yalamak yahut yalatmak için inine çekilecektir. Sakın paniklemeyin, adamın midesine değil aklına düştünüz bi kere. Erkekleri en çok kamçılayan şeylerden biri, emin olun "yetersizlik hissi"dir. Napolyon bile bir türlü kendini beğendirmeyi beceremediği soylu hanımına caka satabilmek için, cüce boyuna bakmadan kumandan olmuştur. Tarih yazıyor, dileyen gitsin araştırsın. Dilemeyen benim hiç bir bilimsel temeli olmayan afaki laflarımı okumaya devam edebilir.
Beyin vermek demek, sadece güzel görünmek, sadece etraftaki tüm erkeklerin yavşadığı bir kız olup bunu o adamın gözüne sokmak, kısacası ünlü Türk düşünürü Yıldız Tilbe'nin naklettiği gibi "güzel elbiseleri, giyip kuşanacağım, senin önünden geçip, sana bakmayacağım" demek değildir. İşinize, yeteneklerinize sahip çıkın, onları geliştirin. O adam misal ki müzisyen, siz de müzikten anlayın, müzikle uğraşın. Tut ki adam sporcu, gidin paraşütle atlayın, dalgıçlık kursuna yazılın. Bunları adama kendinizi beğendirmek için değil, hayattan zevk almak, deneyimlerle ufkunuzu zenginleştirmek için yapın. Karakteriniz, yaşam stiliniz ve üretimlerinizle saygı, dahası hayranlık uyandırın.

- Esas kadın doğulmaz, esas kadın olunur: Vaktiyle bir beyden duymuş olduğum bu söz, biraz "yuvayı dişi kuş yapar"a benzemektedir. Aşıksanız, aşık bir kadının elinden her şeyin gelebileceğinden şüpheniz olmasın. Gün olur en havalı, en cool adamlar bile içlerinde oyunbazlık yapan 9 yaşında, sevgi arsızı çocuğu tutamazlar. O gariban çocuk bir kadın tarafından pamuklara sarılsın, tüm arazları hoş görülsün, tüm açıkları kapatılsın diye beklerler. Sizin şevkatinizde çimip, anaçlığınız ve sevecenliğinizle mamalanmak isterler. Kadınların "adamları adam etmek" yolundaki iç güdüsü, dünyanın pek çok keşfine, sanatsal ya da bilimsel ilerlemesine imkan tanımış, amma velakin, kadın cinsinin de canına ot tıkamıştır.

Özetle, o ilişki istemeyen adam yola gelip, o bir türlü olamayan ilişki gerçeğe döküldüğünde, ilk farkedeceğiniz şey, aslında adamın tüm o afra-tafrasının altında Karayip mercan resifleri gibi uçsuuz bucaksız bir kompleks yattığı gerçeğidir. Size tüm ettikleri, tüm o öteki kadınlar ve sevgili olmak istememeler, aslen kendine güvensizlikle taşana kadar kaynatılmış bir ruhun açılımlarıdır. Haşa, hor görüyor değilim; kel de olsa, fodul da olsa, o da sen ben gibi, eni konu insandır.

Sizin de güzel, alımlı ve akıllı bacım, bu noktadan sonra yapacak iki şeyiniz kalır: ya "Ben bu adamla yaşarım yav, yaparım bunu!" diye esnek bir umuda kapılırsınız, ya da "Vıyy onca zaman hasretiyle prangalar eskittiğim herif bu eblek miymiş?" ağlaşarak kaçarsınız.

Her iki durumda da, yolunuz uzun.
Allah kolaylık versin.

biterken...
moda sahillerinde bekliyorum.
bunlaaar kimleri beklediğimi iyi bilirler.

Eminim hepinizin ilişkileri tavşanlar, menekşe yaprakları ve hatta gök kuşağı hacetlenen midilliler tadında ilerliyordur. Sevgi, saygı, uluslararası hukuk kuralları ve anayasal haklar çerçevesinde bir takım duygu alışverişleri yaşıyorsunuzdur. Erkeğiniz tam bir İngiliz centilmeni, üstelik Taocu sevişme duayenidir.

Çok içtenlikle söylüyorum, Allah arttırsın. Yeminle gözüm yok.

Öte yandan, hani olur ya bir gün manita diyip bağrınıza bastığınız, canım cicim çektiğiniz o er kişi size bir yamuk yapar, bi öküzlükle asabınızı bozar diye, işte bu önemli yazıyı kaleme almaya karar verdim.

Evet yolu kinden geçen herkesler, bu yazımızda sevgilimizin hayatına -mümkünse çaktırmadan- sıçmanın 10 yolunu öğreneceğiz. Kemerlerimizi bağlayalım, parmaklarımızı burunlarımızdan çekelim ve boş zamanlarımızda lütfen kitap okuyalım, tavsiyelerimiz başlıyor.

10 Adımda Manitanın İçini Kurutmak

1) İlgi alanlarını iyi öğrenin: Boyfirendiniz bilgisayar oyununa mı meraklı? Müzikle mi ilgileniyor? Futboldan mı hoşlanıyor? Hor görmeyin garibi, bi zevki var, yazıktır. Yani içinizden gene hor görün, ama bilgisayar oyununa nasıl girip karakterini hacımat edeceğinizi bilin mesela. Ya da o çok kıymetli cd'lerini sinsi sinsi çizip, tozunu bile kaldırmadan yerlerine geri yerleştirin. PES, Fifa, Zuma fark yapmaz, gizli gizli çalışıp karşısına rakip olarak çıkın. Hele ki erkek arkadaşlarının olduğu ortamlarda, o oyunu eline eline verin. Ah kıyarım.

2) Arkadaşları ve/veya annesiyle ittifak: Sevgilinizin yakın arkadaşlarına ve ailesine kanaat takmış küçük bir kedi yavrusu gibi davranın. Hatta öyle bir melekleşin ki, Alişan'ın sevgilisiyle barışması için imza toplayan o paranormal varlığın siz olduğunuza hükmedilsin. Sonra bakın bakalım bu arkadaş ve anneler manitanızın en çok nesine kıl kapıyorlar. Cimriliği, egoistliği, hedonistliği, pisliği... Şimdi bu ortak kıl olma durumları üzerinden ittifak zamanı.

3) İyi uykular canım sevgilim: İçeride nasıl da horuldaya horuldaya uyuyor zahir. Başına geleceklerden zerrece haberi yok. O uyurken, kağıtla ayak parmaklarının arasını kesebilir, ya da japonla o parmakları birbirine yapıştırabilirsiniz. Neaah, bunları herkes yapabilir, sen intikamcı kadınsın, büyük düşün. Kağıtla g.tünü kesip kafasının altına yerleştirmek yahut keline dövme yaptırmak varken... Dövmede de şöyle yazsın mümkünse; "Only uzun boylu insanlar can judge me."

4) Hormon tedavisi: Regl sancılarınızla ya da o özel günlerde yaşadığınız duygusal gelgitlerle dalga mı geçiyor? Kadınlığın en olağan hallerini hastalık olarak nitelendirmeyi marifetten mi sayıyor? Canım benim, akşam yemeğine ne dersin? Ben pişiriyorum. 2 ay düzenli olarak doğum kontrol haplanmış çorbalar, ya da kendinden hormon basılmış ucuz tavuk etiyle beslediğiniz sevgiliniz, ne ara memelerinin çıktığını ve "Adını Feriha Koydum" bağımlısı olduğunu anlamaya fırsat bile bulamayacak.

5) Maksat seks hayatımız renklensin: Rus kızları yatakta şöyleymiş de, Avrupa'da kızlar asansörde teklif ediyormuş da, ona kalsa her gün sevişilirmiş de... Pek tabi, bunlar hep doğal istekler. Önce onun aylık toplantı- iş planını iyice bir öğrenin. Sonra o malum aktiviteyi, hep onun toplantı ve işlerden önceki gecelere kilitleme alışkanlığı geliştirin. Yetmezse çok yorgun olduğu geceleri jartiyerle karşılayın, mırın kırın ederse yaygara kopartın. Vücut çorabından hemşire kostümüne, meme püskülünden, lateks geceliğe kadar, Osmanbey hattında satılan tüm "ucuz kadın" kıyafetlerinden edinmeyi, evde menemeni bile bunları giymiş halde pişirmeyi ihmal etmeyin. Kurusun orço,

6) Aşkım bakıyorum götün atmış? Erkek dediğin cesur olur, yiğt olur, mert olur. Hı hı, tabi canıımm. Tatlı tatlı, dostane dostane tüm korkularını öğrenin. Böcek mi, hırsız mı, yükseklik mi, kapalı kalmak mı? Bugün birinin evine çaktırmadan bi kavanoz çekirge boşaltmak, ya da dolapta saklanıp beklenmedik anda oradan fırlamak, en olmadı birini "yanlışlıkla" tuvalete - balkona kilitlemek o kadar zor şeyler değil.

7) Sosyal medya kurtluğu: Şimdiye dek onun sosyal medya hesaplarını takip ettiniz, mail şifresini sadece onu kontrol etmek için kullandınız, kıskançlıktan hasta oldunuz. Ve hepsi çok yanlış hareketlerdi. Artık erkek arkadaşınızın FB hesabına girip "Kimle yazışıyor?" bakmak yerine, onun adına kuzenine, en yakın arkadaşının sevgilisine, şirketteki en çirkin kıza yazmaya başlamanın vaktidir. Hatta yetinmeyin, bu kızlara bir yavaşayın, iki terbiyesizlik yapın. Günlük trip dozunu başka kadınlardan alsın.

8) Bu günlerde bi unutkan oldun bebeğim: Delik olmayan tüm çoraplarının tekini, en sevdiği tişörtleri, ev veya araba anahtarını, cebindeki, cüzdanındaki paraları, evde sağa sola fütursuzca saçtığı her şeyi, azar azar ama planlı bir biçimde saklayın. Şans yardımcınız olsun diye, pantolon ceplerini delmeyi ihmal etmeyin.

9) Yetiş ya Google: Yine şimdiye dek onun bilgisayarını hep, "Porno mu izliyor acebaa?" diye kontrol ettiniz. Tabi ki izliyor, aşın artık bunları. Yapmanız gereken onun bilgisayarından bolca "penis büyütücü" ya da "küçük penis nasıl büyütülür?" gibi şeyler Google'latmak ve ardından tools'dan arama geçmişini silmek. Google bunları hatırlayacak ve her interneti açtığında karşısına "7 santime kadar büyüme garanti" reklamları çıkartacak. Bu durum yeterince moralini bozmazsa, Google ile işimiz henüz bitmedi. Kendi bilgisayarınızda ise "zenci, rocco, büyük sik" gibi aramalar yapın. O sizin internet geçmişinizi kontrol ettiğinde, gözünde tomurcuk yaşlar belirecek.

10) Biz de arkadaşlarla takılıyoruz aşkım, sen keyfine bak: Sosyal çevreniz geniş olmayabilir ama bu hiç genişlemeyeceği anlamına gelmez. O erkek erkeğe her çıktığında, sizin de kız kıza bir programınız olsun. O program dahilinde öyle bir eğlenilsin, öyle şık, lüks, cici yerlere gidilsin ki, sonrasında anlat anlat bitirilemesin. Bu hem sevgilinizi ölesiye kıskandıracak, hem de artık sizi bir yere götürdüğünde çıta kendiliğinden çok yükselecek. Özel günler, önemli haftalar gayrı bi şişe şarap ve DVD ile geçiştirilemez olacak.

Şimdi kızlar, bütün bunları yazdım, ufkunuzu aydınlattım, biliyorum. Lakin yarın öbür gün bana gelip "tavsiyelerine uydum, sevgilimle ayrıldık" ağlaşırsanız, gerçekten kızarım. Demek ki, o gerizekalı sizin eziyetlerinizi hakketmiyormuş. Gidin başka beylere eziyet edin, size kurban mı yok, alla allaaa.

Öte yandan sevgili beyler, size karşı değilim aslında. Sadece bir yerlerde bir kadın tarafından hasta edildiğinizi bilmek hoşuma gidiyor. Bu da benim zevkim yani, bi zevkim var şunun şurasında, ehi mehi. Yok ya, beylere özel benzer yazıları GQ dergisine yazıyorum. Dileyen 9 TL bayılıp alsın, dileyen beklesin internetlerden okusun.
Na şurada var mesela. (Üstüne tıkla tatlım, hıhı tam oraya.)

Biterken,
Jagermeister sizi sordu, yok dedim, şişenin dibini bi başıma gördüm.
Görseli de sikildim.tumblr'dan aparttım.
10 Haziran'da mizah festivali kapanış gecesinde, Ankara'da stand up bi bişeyler yapıcam. Beni yalnız komazsanız, çok sevinirim sevgili Ankaralı okuyucu.
Ve BEA, gtünü yerim.



Her ilişki karşılıklı küçük, kirli, çirkef zaferler üzerine kurulur, bundan hiç şüpheniz olmasın. Her kim ki, "ben aşkım için saçımı süpürge ettim" diyor, onun kendini süpürge etmekteki başarısına içerim. Sulu viski, Bukowski tarzında.

(Deniz Özturhan - 2011'in son dakikaları/Bomonti)

Minyonların sevgilisi olmak hevesiyle çıktığım, "ilişkiler üzerine kalem oynatma ve dahası kelam etme" yolunda, pek çok genç hemşireye ve çoğu şekilsiz delikanlıya rastladım. Hikayeler, tavırlar, yüzler değişti, lakin işin özü hep aynı kaldı. Hepimiz aynı bokuz beyler ve bayanlar. Hepimizin, her ilişmede, illaki bir alacak verecek hesabı var.

İnsanoğlu bir kere manita yapmaya görsün, hele ki iki gram sevildiğini bilsin, hemen kendi küçük ganimetlerini toplamaya başlıyor. Bu ganimet sandığında dişiler için; yer ve kıymet belli eden semboller rağbet görürken, erkek cinsinde ise, fedakarlık/yaptırım özlü eylemler tercih ediliyor.

Farkındayım, çok kavramsal oldu. Blogu basınca felsefe raflarına yerleştircem zaten, hiç biriniz bulamıycanız. Hırsa gel, hey allaaam.

Örneklerle izah edeyim gelinciğim okuyucum.

Küçük Zaferler for Cute/Vintaj/Pembedonlu/Tumblr Ladies

* Erkeğinin tüm sosyal mecralarına işemek: Misal ki, FB'den eski kız arkadaşıyla çekilmiş resimdeki tagi kaldırtmak, daha da iyisi resmi komple kaldırmak, ondan da iyisi, eski kız arkadaşı topyekün tedavülden kaldırmak. (İzaha gerek yok bence, hepinizin aklından geçiyor, geçecek) İleri sürümlerde, twitterdan beyini menşın eden kıza, cevabı yapıştırmak da bir alternatif olabiliğ. @pembejelilo ailecek ilgilenicez tatlım senle. #herkesakilliolsun #osacibilegimedolarim

* Erkeğin pampiş ortamına takdim edilmek: (Üst katta aile takdimlerimiz mevcuttur. Sahi "aile salonu" ne demek, o konuda bir bilgiye ulaşıldı mı? Ne dönüyo lan o salonda? Bipidecinin üst katında oturabilmek için koca bulmak zorunda bırakmayın adamı.) Neyse, bu başlıkta diyeceğim çok açık: ne kadar insana tanıştırıldın, o kadar resmiyet kazandın. Her arkadaşın yüzdesi felan da farklı ha, %2-7 arası, oradan hesapla artık.

* Kendini bi yerden aldırmak, bi yere bıraktırmak, manitayı şehrin bi ucuna ayağına getirtmek, yerse bi de geri göndermek. Seinfeld hiç bir ilişkisinin başında sevgilisini hava limanına götürmezdi hatırlarsanız. Zira karı kısmısı bu, sonra hep ister.

Açıkçası ben manitam olsa, ayağıma gelsin isterim. Sonra hep gelirse sıkılırım, "Beni niye bi yere götürmüyosun, burası pansiyon mu?" felan çemkiririm. Bi yere götürülsem "Sen beni getirmedin, ben kendi paramla geldim, beni ezemesin" terslenirim. En fenası, manitayı geri gönderdiysem, ardından telefon açıp "Beni niye yalnız bıraktın lan godoş" ağlaşırım. Boş zamanlarımda ayak parmaklarımla konuşuyor, dergilerden kestiğim harflerle mutelif mektuplar hazırlıyorum bi de. Yarışmacı arkadaşlara başarılar dilerim.

* Beyi alışverişte yancı olmaya ikna etmek: Açık söyliim 32 yıllık kadınım, bu konuda kendimi bile henüz ikna edemedim. Herhangi bi mağzadan eli dolu çıkacak sabrı gösterebilmek ciddi bir mevzu benim için. Öte yandan, Rus diskosundan hallice müzikler eşliğinde, el ele, tiftik trikolara, sezon sonu ucuza çıkmış tayyörlere yorum yapan çiftleri görünce, bi duygulara gark olurum. O melun çiftin dişisini bir daha süzerim. Ama saygıyla, ama ihtişamdan gözlerim kısılarak, oh bebek kısılarock.

* Manitaya beraber tatil/yılbaşı planı yaptırmak: İtiraf ediyorum bu maddeyi yaklaşan kirismıs şerefine koydum. Bence insan memesini elletiği birine özgürce "Bu yılbaşında mememi nerde ellersin?" şeklinde sorular yöneltebilmeli. Ayrıca meme konusunda yıllardır Fatih Erkoç'la aynı fikirdeyim; avuç içi kadar mutluluk yeter.


Küçük Zaferler for Hipster/Atarlı/Renkliboxerdonlu/Sözlük Gentelmen

* Olmadık bi yerde/olmadık şekilde seks: İlişkinin özellikle ilk 6 ayında, aşk ve güvenin mükemmel denyolukta bir dengeye oturduğu, 2,5 haftalık bir period bulunur. Erkekler bittabi böyle bir periodun varlığından habersizdirler. Lakin yeni arabaya sahip her oğlan çocuğu gibi; "yok efendim otobanda 170 basayım, olmadı sahil yolunda iki pati çekeyim" hevesleri tüm sevgilileri için bakidir. Velhasıl senin içgüdüsel görevin sevgili hemşirem, oğlan çocuğuna motoru bi tur açtırmak. İnan 6 yıllık ilişkinizden hatırlayacağı yegane kısım, o 2,5 hafta olacak.

* Beyzadenin saatli maarif takvimine tam sadakat: Lafına inanılacak olursa bu takım erkekler, bağımsız kadınları pek beğenirler. Ahahayt, geçelim bunları cicişim. (Litaretüre Cicişler olarak geçen Esra-Ceyda kardeşlerin meyve tabaklı pozları geldi aklıma. "Ora"ya meyve tabağı koymak ne kafasıysa artık. Heyhat, o kızların soyunuşları bi şekilde kitlesel bi hallenme yaratmıyo. Aptallık da bi noktaya kadar alıcı buluyor demek, sonrası özürlü sekse mi giriyo artık..)

Konuya dönersek; o erkeğin "bağımsız kadın"dan anladığı, son derece bağımsız bir biçimde onun etkinlik takvimine iştirak edebilen, topuklusuyla, makyajıyla, nezih gülümsemesiyle sosyal hayatında var olan kadındır. Öte yandan mevzubahis bağımsız kadın, erkek erkeğe etkinlikler kapsamında yine aynı bağımsızlıkla ortadan amele teri gibi buharlaşmayı da bilmelidir. Bu takvim kapsamında hasta olmamalı, mapusa düşmemeli ve insanın başına iş çıkartmamalıdır. Yaşasındır o bağımsız kadın. Onun o bağımsız yerlerini ısırırım ben, maşallah, bağımsız canını onun.

* Beyzadenin takıntısı/ilgi alanı/ tutkusuna tam destek: Erkeğin meşkale sahibi olanı makbuldür bildiğiniz üzre. Peki sen bacım, bu meşgaleye tam entegrasyon sağlayabildin mi? Beyinin spor araba jantı kolleksiyonu üzerine çevirdiği tüm geyiği sabırla dinliyor ya da tumba çaldığı grubu her performansında izlemeye gidiyor musun? En olmadı tuttuğu takımın maçlarını beraber izlemeli, maç sonunda "Evet aşkitom, yani o harekete faul vermeyen hakem şikecidir, ibnedir bence de. Hı hı kesin ofsattı." yorumunu yapabilmelisin. Yoksa sıkıcısın, hiç bi muhabbeti olmayan karı kısmısısın.

Bi noktada sonuca bağlayalım mı?

Bazen, kafam nays, eve dönerken felan, insanoğlunun birbirinden beslenen bir tür olduğunu düşünüyorum. Kastım aslen ruhsal bi beslenme biçimi. Lakin gözümün önüne "baldırını kıtladığın van nayt sitend, beynini kemirdiğin uzatmalı sevdicek" gibi görseller gelmesine engel olamıyorum.

Üstelik söz konusu ilişki ne kadar yoğunsa, beslenme vahşeti o kadar büyük. Orta şiddette bir aşkta, bi noktada kaşıkla kalbini felan oyabiliyosun karşındaki insanın. Ya da kendini oydurtturosun bi şekil.

Hülasa hepimiz sevginin ve ilginin zombileriyiz sevgili okuyucu.
Aramızdaki şu okur-yazar şeysinde bile, ben yorumlarınızla besleniyorum misal.
Siz, acılarımla.
(üzülen surat)

Biterken,
Fonda Soma fm, Christmas lounge çalmakta. Kedi, elektrik sobası, bitmiş Bokma marka Hollanda konyağı hep yerli yerinde.
Kısmet Şov 22 aralık-perşembe Kargart Kadıköy- 21:30 ve 25 aralık pazar-22:00 Kemancı.
Sonra Ankara'ya da gelicez, yolda kısmetse Eskişehir'e de uğrıycaz.
Öyleli planlar, böyleli hevesler.
Annemi özledim bi de, öyle işte...

Mizaç itibariyle romantik komedi izlemem, izleyene de karışmam. Dünyanın en verimli ağlayan kişilerinden biri olarak, bu alandaki dirayetimi takdirle karşılarım üstelik; benim için romantik komedi defteri, Harry Sally ile tanıştığında kapanmıştır.

Çünkü hayatın fonunda konçerto orkestrası çalmıyor ve insanlar sağnak yağmur altında öpüşmeye o kadar da meyilli değiller aslında. Yıldızın parladığı anlar, harikulade rastlantılar, dolunaylı ve deniz kıpırtılı fonlar yalan. Yaşı geçmekte olan bekar kızları ve romansını yitirmiş evlilikleri yürüten diğer mutsuz kadınları uyuşturmak için projelendiriliyorlar. Pek çok diğer uyuşturucu gibi lazımlar tabi, ama almıyım bi yandan.

When Harry Met Sally'de bi insancıllık vardı hatırlarsınız; kızın gayet sinir bozucu şekilde ayrıntılı tarifleyerek içki siparişi vermesini seviyodu adam. Onu sevmesi de yıllarını aldı üstelik. Kız neyi seviyodu, şimdi unuttum. Ama Toskana'da bir bağ evi, kırda kelebekler ve bir gökdelen tepesinde buluşma yoktu diye hatırlıyorum. Yoksa var mıydı?

Neyse, topunun köküne kibrit suyu.

Konuya buradan girmemin sebebi, size bi öykü anlatacağım efendim. Adetim değildir ama oldu bi kere. Geçen gün, ben denyosu tek başıma Galata'dayım...

Şurdan başlamak lazım hayır; o gün epey de vakit harcayarak kendime yeni bi defter aldım. "Defter alımı" tek keyif aldığım alışveriş türü bu arada, "mükemmel defteri bulmak" benim için ivedi bi mesele, neyse. O deftere bir de Sylvia Plath illüstrasyonu yapıştırdım ki, ah, nefis oldu.

Yeni defterim, Türk kahvem ve sarma sigaramla, Galata Kulesi'nin tam altında oturdum, ritüelli bir yazma hevesiyle. Birkaç kelime attırıp etrafı süzmeye başladım. Yan masada karşılıklı kırılan gay çift, normalde güzel bi giriş olabilirdi. Ya da bölünerek ve konuşarak çoğalan İspanyol turist grubu, olamadı. Oturduğum yerde ilham arayışıyla kıvranırken, önce yaylıları duydum. Sonra vurmalılar ve nefesliler geldi. Müzikle beraber, karşımdaki masadan beyaz, hevınli tabir olunan bir ışık gözümü almaya başladı.

Kafamı kaldırdığımda korktuğum başıma geldiydi; beyaz atlı, pardon beyaz şortlu prensin inci gülümsemesiydi o ilahi ışığı saçan. Yutkundum. Bana doğru gülümseyen çok yakışıklı adamlara bünye alışık diil tabi. Daha çok kıyafetime laf sokan, ya da benle kavgaya tutuşan beyaz eşya mizaçlı taksicilerle geçiyor hayatım.

Bi kaç fingirdememe verdiği tepkilerle, prensin hakikatten beni kesmekte olduğuna iyice kanaat getirdikten ve prens zerrece utanmadan, şık bir defter çıkartıp yazmaya başladıktan sonra, aynı anda iki şey oldu. Ağlayarak gülme isteğine kapıldım; bu biiir. İkincisi, kafamda o sefil romantik komedi kendi kendini çekmeye başladı.

İtalyan yazar gençle, Türk yazar kız, dolunaylı bir gecede Galata Kulesi dibinde tanışıyorlar. Bakışıp gülüşmeler derken, kız giderken bi şeyini düşürüyor oraya. Cep telefonu numarası, içinde adres yazan cüzdan, cam ayakkabı... E oğlan da eşşek değil tabi, kızı şıp diye buluyor bıraktığı izden.

Hızlı çekimde bi takım mesire yerlerinde, el ele göz göze gezme planları görüyoruz. İtalyan genç tabi ki festival gibi sevişiyor ve zevkle yemek yapıyor. Yemek sahnesinde ağza kuruyemiş vermeli, yoğurdu pekmezi birbirinden dillemeli bi şekiller... Oluyo böyle şeyler çünkü.

Sonra, illaki salyalı sümüklü, havalimanlı bi ara ayrılık planı. Bir imtahan, bi özlem kabarması... Fonda mevsimler, o yazın hiti olacak slow parçayla geçiyo haliyle. Ve 110 uncu dakikada gelen sahne; yağmurlu bi Avrupa şehri, hüzünlü bi kafe, olmıycak bi rastlantı, iç acıtan bi not, ağlayarak buluşma... Ve final; Toscana'da, devasa bahçeli bağ evi, genetik olarak kusursuz 3 velet. Köpek ve şömine opsiyonlarımız mevcuttur.

Kafamdaki sinema, tutku ishali bir öpüşme ile son bulurken, bu kez Atilla Atalay'ın Sıdıkası ve Sıdıka'nın anası aynı anda içimde var oldular. Sıdıka;
- Ayyy çok güzell bu oğlan yaaa, aşık oldum gız annee!! inliyor, anası;
- Aşkını terlikle dövdüğüm... Sünnetsiz birine varırsan baban öldürür seni. Otur önündeki işini yaz! çemkiriyordu.

O esnada Deniz Özturhan ise, prensten yana bakmamak için türlü boyun tutuğu numaraları çekerek, yazıya konsantre olmaya çalışıyordu ama nafile tabii. Yaşadığım gerilime daha fazla dayanamayıp hesabı istedim, kalktım. Tam giderken prens, İngiliz dilinde ardımdan seslendi:
- Aferdersiniz miss. Acaba yemek yediniz mi? Akşam 10'da ne yemeği kalır amuğubüktüğüm,
- Yedim. dedim.
- Yaa nerde? uzattı beriki.
- Evde. dedim şaşkın, ebleh.
- Buralı mısınız?
- Ah evet. Siz?
- İtalyanım.
-Haa, şu gruptan mısınız? sordum İspanyolları göstererek. Kafamda biri "denyooosuuunnn!!!" diye bağırdı. Oysa anlayışla güldü prensim, belki bi kadeh bişeyler içmek isterdim?
- Bu akşam hiç içesim yok. Belki başka zaman. saçmaladım prensin feri sönen mavi gözlerine. Ve;
-E oldu o zaman, bay bay. geveleyip, götümü topuklayarak hatta, o romantik komediden kaçtım.

Şişhane'ye doğru inerken tabi jeton bi düştü; bu hikayeyi anlatacağım kız arkadaşlarım gelip bir bir yüzüme tükürecek, anlıma şaplak atacaklardı, "malsın kızım sen!" çemkirerek.

- Naaptım lan ben?" sordum kendime, bi cevap alamadım. O sıra Neva Şalom'un önünden geçiyordum, sanırım soruyu da sesli sormuşum. Kafamı kaldırdığımda Mossad ajanı tipli on kadar adam, dik dik yüzüme bakıyordu.

- Moruk yok böyle bi sinema. homurdandım.
Canım bi kadeh bi'şeyler içmek istedi. Yalnız.

Biterken,
Bunu alan şunu da aldı.
Görseli nerden aparttığımı hatırlamıyorum, yazısını elledim tabi.
Perşembe Dogzstar'a gelceniz mi? O İtalyan'ı da getirin gelirseniz. Kısmet Şov kapsamında, on femme fatal gücündeyim. 18.08.2011- 22:00.

Deniz Samsa o sabah, erkek olarak uyandı.
Sırt üstü yatarken ılık yatağında, sabah erkesiyonu ile vardı ki farkına, mazbut bir pipisi ve iki taşağı vardı.
Şaşarak aralarındaki organik bağa, mutelif beden parçaları getirdi aklına. Çok değil birkaç dakika sonra, kusursuz tepkileriyle bir aletin, silindi çarşafına.

Deniz Samsa o sabah, erkek olarak uyandı.
Halledilecek yüzlerce işi vardı; hepsi mühim, hepsi bin tilkinin, bağlı kuyruğuna.
Yepisyeni bir vicdanla vardı ki farkına, yapamayacağı hiç bir edepsizlik yoktu, planları uğruna.

Madem ki artık erkekti Deniz Samsa, her sabah düşündüğü yüzlerce inceliği, zerrece getirmedi aklına.
Ne kadar tatlıydı ya rabbi, siftinmek mantığın ışığında. Basit bir matematikle alt edilemeyecek hiç bir duygu, temel fizik kurallarıyla .mına koyulmayacak tek bir tutku kalmamıştı ufukta. Kalkıp hasbel kader, giyindi Deniz Samsa. Bundan sonra kürkü değil, sakalı anlatacaktı nasıl olsa.

Normalde, kanepe ile soba arasında, çömerek ağlardı bahtı kara. Oysa o sabah gönül rahatlığıyla, olanla ağzını çalkalayıp, ölenle tükürdü Deniz Samsa. Tek bir doğruya ulaşabilirdi artık, süreğen bin çeşit müdanasız yalanla.

Kahvaltıda keyifle, bir kadının sünmüş ruhuna katık ede ede, kendi yüreğinden bir parça yedi. Tadı güzel değildi, lakin güzel yeniden tanımlanabilirdi. Bunun için atalarından öğrendiği, bir dizi akıl oyunu çevirdi. Kahvaltı bittiğinde dünya daha köhne, amaç daha meşru ve saat henüz 11'di.

Kendisinden başkasını umursayacak durumu yoktu ama, bir kaç telefonla vaatler dağıtmayı ihmal etmedi Deniz Samsa. Böylece evden çıkmadan, işemiş bulunuyordu sonradan yazacağı pek çok duvara. Hatta yazmayacaklarına. Oh ne güzel yaşıyordu, duvara işemenin marifetten sayıldığı bir dünyada.

Deniz Samsa, o sabah bir erkek olarak uyandı.
Hayatı düzenleyen her bir kuralın türü tarafından yazıldığını bilecek ve akşam 2 tek atınca, hepsini topa tutacaktı. Aksini idda edebildiğine bakılırsa, kendisi tüm genellemelerden muaftı.

Nihayet bir sabah erkek olarak uyanan Deniz Samsa, korkuları, sevecenliği ve titremeye muktedir her bir uzvunu, astı portmantoya. Yalnız cüzdan, telefon, anahtar ve egosunu alarak yanına, indi Olimpos tanrıları gibi, sırtını sıvazlamaya dünden meyyal sokağa.

Sokakta rast geldikçe her kumaştan akranına,
Denize dökülen kifayetsiz dere gibi,
Karıştı sıradana.



Biterken,
Kafamda hafif hafif Gözen Atila çalıyor ve yemek pişirmek istiyorum. Bunlar hep hayra alamet.
Sevgili erkek okurlarım, lütfen seviyeli yorumlarla haddimi bildirmekle yetinmeyiniz. Şovumuza gelip bana çürük sebzeler de atabilirsiniz. Kısmet Şoov olarak Mayıs'ta 2 kez Kadıköy'deyiz.
Bu bahar güzel geçecek lan, na şuraya yazıyorum.
Bildiğim bi tane flört yöntemi var, adamı lafla dövmek. O da takdir ederseniz, yurdumuzda ekstrem spordan sayılıyor; Türk erkeklerinde ne billur ego hazineleri yatar, ne balık zihinli libidolar, onun da takdirini ortaya bırakıyorum.

Bakınız koskoca Çetin Altan -ki anladığımız kadarıyla tek elle tutulup, gözle görülebilen Altan kendisi- bugünkü yazısında Mısır'ın patlayışını, "Tatmin edilmemiş erkek libidosu"na bağlıyor. Ben bağlantıyı sorgulayacak gücü kendimde bulamadım. Açtım biraz Nuray Mert okudum. Onun daha az hormonal, çokça tarihsel bi yaklaşımı vardı misal. Nihayetinde edebimle sonucumu çıkartmaya karar verdim ki, o da "testesterona ateşle yaklaşma" gibi bişey hemen hemen.

Hülasa, flörtte yeni bir yöntem, bir çıkış noktasını uzun süredir ekipçek arıyoruz. Bunun için çeşitli bağyan bloglarını ziyaret ediyor, ibretlik öykülerini inceliyor, kullanıcı senaryoları üzerinden yol haritaları çiziyoruz. Yetmiyor, fransızların manjör dö lom, bizlerin "irkek yiyici" ya da kısaca rospik dediği hatunları yakından takip ediyoruz.

Nihayet bi takım sonuçlar almaya başladık. Yannız bu kez sonuçlarımızı numaralandırılmış sosyolojik data olarak değil, şarkılı türkülü aldık. Sosyal bilimlerde çok fantastik noktalara geldiğimize dair inancımız her geçen gün artıyor. Buyrun şarkımızın sözleri.

Seni Sevdim, Şaka Şaka Götsün

Esprilerin kötü olabilir,
Ama onlara yine de güleceğim.
Ve bileğimi çatlatma pahasına,
Hep topuklu giyeceğim.

Benim bi parfümüm var,
Asansörde yakalarsa boğar,
Dudaklarım, memiklerim ve diğer yerlerimi,
Ben gibi hanımlar ancak aralar.

Hem yemek yaparım, hem sanattan anlarım,
Pipini yerli yersiz goygoylarım
Sasha Grey gibin seviştiğim ilk günlerde,
Sorsan 3.sün diye masuma yatarım.

nakarat
Kaçıcam burdan, sanırım kovalarsın,
Halbuki aşığım desem 3,5 atarsın.
Git git git hoşlanmadım senden,
Keşke yavşak gibi feysten eklesen.

Vuuuhuuhh, citalk da olur, yazışırken bol bol gülücük atarım.
Vuhuuuh dur daha andırveyır alışverişimi anlatmadım.
aah, ahh, ah.

Evet şarkımız bu şekil.
Geçen müzisyen arkadaşın birine "Ben şarkı söyliycem" buyurdum, "Ben de kitap yazıcam" terslendi. Halbuki hayırlı olsun demeliydi. Neticede Patti Smith de Bob Dylan gazıyla şairlikten geçti rock efsaneliğine. Nil reklamcılıktan pop ztarı oldu. Ki ben de kendimi fevkelade bi pembe filitre olarak görüyorum. Bana girenler gey gey çıkıyolar, inanmazsanız her birinin giriş çıkış logları var.

Hülasa, sürekli gereksiz işlem yürüterek geçtiğimiz dikenli aşk yollarında, bir dirhem olsun filört kavramımı geliştirememiş olmamız, gerkçekten utanç verici. Neyse ki Banu Alkan aka Afrodit var; göster kaç, açıl kapan felsefesini çok daha net anlayabileceğiniz videoya şurdan ulaşın istiyorum. Videoda arkeolog kocasının Afrodit saplantısından kendisine küskü itelememesine dertli Banu'yu, Afrodit'ten hayat dersi alırken izliyoruz. Bu film Bafrodit efsanesi yaratmıştır, rispect edin, feyz alın.

Biterken,
Son bi cümle bulup kapatıyorum, yazdığım aletin sahibi gürültü yapıyo. alet mac. sahip yılan. dışarı çıkıcaz bi de kısmetse, hep aynı yerler, hıhı evet. siz de çıkarsanız bi alo diyin. ya da hello. yani bana fark etmez, böyle rahat tarzındayız bu aralar. sıkıntı verenlerimizden kurtulup, başka adetler ediniyoruz. yook, kalabalık diiliz, hala çoğul davranan tek bi şizoyuz. ya görüşürüz ozman. bay. hayır, önce sen kapat. peki, bays.


"Asi bir kız gibi görünmektense, kokoş bir kız gibi görünmeyi tercih ederim."

deniz - Ağustos 2009

Çünkü erkekler içgüdüsel olarak asiyi ezip, kokoşu şımartmak eğiliminde olurlar.

Asla şımartılmamış değilim, şimdi yukarda allah var. Lakin, leşoluğun bedelini de katmerlisinden ödedim vaktiyle. (vaktiyle yazınca sanki yaşımı başımı almışım gibi bi his oluşuyo bende, sizde oluşmasın rice ediciim)

Ne diyorduk? Hah ilişkiler ve bedelleri, nefis malzeme. Tahmin ediyorum size de olmuştur; manitanız size delileeer gibi sevdalıdır amaaaa bi de "böyle" olmasanız...
- sokak çocuğu gibi giyinmeseniz mesela,
- parfümü az ya da biraz daha sürseniz,
- fazla konuşmasanız,
- mini giymeseniz,
- erkek kankanız olmasa,
- sigara içki içmeseniz,
- regl olmasanız,
- bok s.çmasanız da fesleğen s.çsanız...

Tüm bu isteklere istinaden, bir iyileştirme ve bayındırlık çalışması başlatılır. İyilikten maraz doğar lafı tam bu ortamda yeşermiştir; sizi iyileştirmek sakın sizi kontrol etmek, yönetmek ve yok etmek için düzenlenmiş bir tezgah olmasındır?

Hiç bir zaman yeterince edepli, akıllı, hanfendi, fingirdek, trend seten, para kazanan, sanatkar ruhlu olamayacaksınız! Hep bi tenkit ve sözde yapılandırma. Lakin hepsi aşk uğruna, sevda adına. Adın batsın yiğido!


Tabi bu tek yönlü bir otoban değil; karşılıklı yontuşma ya da 80lerin tabiriyle örselenme ilişkinin temel motivasyonu haline gelir zamanla. Adamın bileklerindeki çorap sıkığı izleri sizi hayattan soğuturken, sizin her karşılatığınıza anlattığınız cinsellik içeren şakalar manitanızı gerim gerim hasete sürükler.


Sonuç; kavga ve itişme tabi, ya ne olacağdı? Tabi en nihayetinde bol kanlı bir ayrılık bekler çiftimizi. (Ya da hanım kızımız tüm geçmişini, arkadaşlarını ve alışkanlıklarını red ederek, evinin kadını olur telli duvaklı. Bu modeli nerde nasıl incelesem pek bilemiyorum)


"Erkek arkadaşım beni bana rağmen seviyor", ya da -hadi bu kıyağımı unutmayın beyler- "kız arkadaşım olduğum gibi beni bi türlü kabullenemiyor, arıza çıkarıyor dingil" diyorsanız, buyrun tavsiye saati:


* Aşkın hallerinden sual olunmaz lakin aşık değilde "öyle ilişiyorum" kafasındaysanız, çok vakit kaybetmeden uzayın oralardan. 80ler geride kaldı; kimseyi evlenme vaadiyle kandırıp kirletmenin lüzumu yok.

* Çok aşık, çok vefalı, çok gerzek olabilirsiniz. Bu makul bir üçlüdür. Fakat sürekli kavga ve husumet içinde ilişecek kadar mazoşist olmayın.

* Sizi size ramen seven adamın aslen sizi sevmiyor olduğu gerçeğiyle yüzleşin. O varolmayan bi upgrated versiyonunuzu beğeniyor en fazla.

* İllaki sevgilinizin istediği kişi olacaksanız, tebrikler. Düğüne çağırmazsan valla gönül koyarım Asuman.