İşgalevi 2 - Her Şey Yolunda

By | 2/26/2013 6 comments

Neredeyse bir ay önce, paralarını peşin verdiğim Cihangir nördleri, kendilerine teslim edilen tasarımları uygulamayı bitirememişler. Daha web sitesi yayına girecek de, ben işgalevine oradan insan toplıycam da, ohoo. Bir de Allahım nasıl ukalıklar, ne havalar böyle... "Sen anlamazsın, sen çok konuşma, paranın asıl sahibi gelsin" halleri...

Şeytan diyo, çağır Hulusi Sami Tamgömer Bey'i, al eline 3-4 balya para, kemik gözlüklerine gözlüklerine, ha babam vur!

Hulusi Sami Tamgömer... Şişli'de yürürken, tabelada ismini gördüğüm anda vuruldum. "Benim serbest muhasebecim, benim en özel ve en parasal sırlarımı paylaştığım insan, bu olmalı!" dedim. Adam gerçekten bir muhasebeciden bekleneni vermek için doğmuş. Hani sokakta arkasından "Hey muhasebeci!" diye bağırsan, bağırırsın. O da dönüp bakar; "Bana mı dediniz?" sorar. Öyle güzel bir insan.

Maalesef Tamgömer Bey'in güzelliği, beni deli sanmasına engel değil. Binayla ve paramla ne yapmayı planladığımı öğrenince, paramın Kuzey buz denizi gibi eriyişini gözünde canlandırıp önce bir yalandı. Sonra hemen hesap makinesini çıkartıp üç beş dakika tuşlara bastı. (Bu süre bana gereksizce uzun göründü) Hesabı bitirince yüzüme neşeyle bakıp açıkladı:

- Euummm, ortalama iki yıl, dokuz ay içinde, bana ihtiyacınız kalmayacak. Gidişat onu gösteriyor küçük hanım.
- Şimdi tabi Tamgömer beyciğim, dediğiniz doğrudur. Lakin size tüm hikayemi anlattım. 25 yıllık hayatımın 23 senesini bakkala bile para uzatmadan geçirdiğimi, evlatlığı olduğum büyükhanımın beni ölene dek evden salmadığını, 22 yaşına kadar televizyon ve büyükhanımın ölenbayan ahbapları dışında pek bişey görmediğimi, biliyorsunuz. Diyeceğim şu ki Tamgömer beyciğim, o paranın bitmemesini sağlamak sizin göreviniz. Altına mı yatırırsınız, faize mi yedirirsiniz, orasını ben bilemem.
- Nasıl ki tıp ilimi mukadderat karşısında bir noktadan sonra kifayetsizse, iktisat da aynı şekilde, akmayan suyu...
- Allah aşkına susunuz!

Aramızda neden böyle bir konuşma geçti bilmiyorum. Onunla beraberken Çamlıca tepesine tırmanmak, koşmak koşmak istiyorum! Muhasebecim bende muhasebesi olmayan duygular uyandırıyor.

Şaka bir yana, Tamgömer bey ile istişaremiz hakikatten yarım kaldı. Zira o esnada bahçeye mini bir kepçe dalmış, aletini kafasına göre sağa sola sallıyordu. Kendisi, bahçe duvarını onarmak yerine, eski parmaklığı geceleri hurdacıya okutan ustanın bir uzantısıydı sanırım. Kamil'le beraber koştuk, mani olduk. Beriki bahçede istediği yeri kepçeleyemediğine çok bozuldu. Gitti depoların olduğu kanattaki molozun tamamını, binanın 150 yıllık kapı girişine yığdı. Yetinemedi asırlık manolyanın 2 dalını kırdı. En sonunda aleti kilitleyip gitti, 4 gündür ortalıkta görünmüyor.

Kendisi tam bir çözümsüzlükler insanı.

Çözümsüzlük deyince, avukatım Arzu Nihal Hanım'dan bahsetmesem olmaz.
İkramiye bana çıktığında, daha parayı almaya gitmeden, bir avukat aramaya başladım. İstedim ki, şöyle aklı başında, temiz yüzlü, akça pakça bir kız olsun. Kurnaz olmasın, laz olsun. Laz kadını iyidir, bir tanesini dost diye edinsen, sittin sene sırtın yere gelmez. Lakin ne ettiysem, ahbaplar vasıtasıyla bulduğum bu avukat hanfendiye kendimi sevdiremedim.

Bu binayı, dünyanın dört bir yanından parasız sanatçılar için bir dev bir stüdyo ve yatakhaneye çevireceğimi duyduğunda, kafasını yana ve hafifçe geriye yatırarak bi gülümsedi. O günden beri sağ olsun, beni müptezel ve gerizekalı bulduğunu saklamaya lüzum görmüyor.

Velhasıl Kamil hariç klanımda beni adam yerine koyan yok. Onu da bir saat önce sigara için yolladıydım, gitmiş evde uyumuş. Abisi geldi, Tufan, elinde bi siyah torba dolusu bira, nemlenip yumuşamış çerez, biraz da kubarlı dolma. Yüzüne bel bel baktım oğlanın, meğerse oturup beraber içelim istiyormuş. Bir yandan da yaralı yerlerinin kanlı sargıları görünüyor ve sanırım bunun kendisine karşı konulmaz bir seksapel verdiğine inanıyordu.

(Tufan benden bir yaş küçük. Geçen hafta işgal evi güvenlik birimi olarak işe başladıktan 2 saat sonra, kaşla göz arasında ve binanın kapısının önünde, kendini bir Kasımpaşa taraftarına bıçaklatmayı başardı. Avukat Arzu Nihal'in karakola bir teşrifi vardı, yeminle adamı ben bıçaklamışım gibi utandım. Düşün Kasımpaşalı ne hale geldi.)

Ne diyordum? Hah, sargı bezi seksapeline güvenen Tufan'ın bu atağını kibarca geri çevirmek için, konuyu ne kadar şişko ve tipsiz olduğuma kadar getirdim. Heyhat! Tufan, "kadında ve yemekte et" felsefesinin ateşli bir savuncusu çıktı. Neticede çocuğun elinden poşetleri alıp, yerine 100 lira sıkıştırırken, götümün ne kadar attığını fark etmesin diye dualar okuyordum.

Bereket, bina ilk haline göre epey güvenli; ilk katın tüm kapı ve pencereleri takıldı, bahçenin etrafında ise yüksekçene paravanlar var. Ortamı komple geçen hafta bir kez ilaçlattım. Bu sanırım mutfak-kafeterya alanını halen elinde tutan iribaş sıçan ailesini oldukça sinirlendirdi. Her sabah odamın kapısına, ailecek üretebilecekleri tüm sidik ve boku bırakarak intikam alıyorlar. Bir de Bayan Pollock, yani şu çok kırçıllı kız kedi, kendilerine yiyecekten ziyade aile büyüğü muamelesi çekmese, daha iyi olacak.

***

Anlatmadığım ne kaldı? Uuu ilk misafirlerim yarın taşınıyorlar. Onları da anlatıp, bu geceki yazınımı sonlandırıyorum madem.

Geçen akşam, Friends'in 3. sezonundan 20. kez izlediğim birkaç bölümle baş başaydım yine. Yine "Lan ne yalnızlık çekildi laan!" dedim kendime. Sonra iç sesim mantığa büründü: ama tatlım, sen de hiç dışarı çıkmıyorsun. Şu güzel Mayıs gecesinde, evde DVD izliyosun. Halbuki İstiklal'e çıksan, şöyle mekanları bi dolaşsan, belki yoldan sokak müzisyenleri ya da jonglörler bulur, onları işgal evine davet edersin.

İç sesimin fikrini sevdim, 2 kotumdan birini kıçıma geçirip, hastanenin arka bahçesinden Talimhane'ye açılan bana özel kapıdan süzüldüm. 15 metre yürümüştüm ki, bunları gördüm. Sokak lambasının turuncu ışığı altında, yolunu yitirmiş bir grup zürafa gibi dikeliyorlardı. Yüzlerinden belirgin bir çaresizlik okunuyor değildi. Ama sadece yüzlerini görmek, kalacak yerleri olmadığını almaya da yetiyordu. Lakin işte insanları yolda durdurup, "Evsiz misiniz? Benim tam size göre bir yerim var." denilmiyor - muş.

Dişi zürefa üçlüsünü başımla selamlayıp geçtim. Biri ardımdan Rus aksanlı Türkçesiyle seslendi. Bağlarbaşı'nda bir adres sordular; Bağlarbaşı neresi lan? "Bu saatte ne bağı, ne başı bacım?"la başlayıp, "Memleket nere? Neden buradasınız?"a yumuşakça akan bir muhabbet açtım ayak üstü. Eski balerin, yeni fahişelermiş. Tüm çocukluk ve gençlikleri boyunca günde 10 saat dans çalışıp, ülkelerinde yiyecek bulamayınca, İstanbul'a, kelli felli adamların altına yatmaya gelmişler. Gerçi konuyu tam olarak bu şekilde izah etmediler.
Belirtmek lazım mı bilemedim bir de, gerçekten manasızca güzeller.

Benimkinin hemen bitişiğinde, odaları hazırlanıyor. Yarın Beyoğlu'nun gelmiş geçmiş en zarif güvenlik ekibi, burada, işgal evinde, göreve başlıyor.
İnna, İrina ve Nadia...

Bunları bıçaklıycak Kasımpaşalı'nın, aklına sıçarım doğrusu.


Newer Post Older Post Home

6 vatandaş cevab hakkı kullandı :

This comment has been removed by the author.

hissediyorum.. Güzel bir yerlere gidiyor.. Sanki.. Belki.. Halbuki..

Unknown said...

selam
tasarım/uygulama vs konularında problem çözen biriyim. temiz ve seri çalışırım.

Anonymous said...

Moda Migros'tan elde poşetlerle çıktığınızda tedirgin gözlerle sağa sola bakışınız..yazıya o ruh geçmemiş.

nihayet karga da kısmet şovda izledim sizi.
bir bloger'ı kendi iç sesinden okuyunca farklı bir ses biçiyorsun. ama sana biçtiğim ses gerçeğiyle uyuştu.

@yine o çocuk kulise geleydin, merhaba diyeydin ya:)