Okuduğum Şeyler - 1

By | 2/02/2015 3 comments
Bir süredir tıpkı ortaokulda inek yıllarımda olduğu gibi kendimi okumaya verdim. Bu inekliğim hatırlarsanız hemen hemen okumayı sökünce başlamış, yuvarlak hesap 20 yıl kadar sonra, bir ajansa girip metin yazarı olarak çalışmaya başlamam ile son bulmuştu. Metin yazarlığı yaptığım yıllarda, kafam almadığı, çünkü biraz küçük olduğu için çok okuyamadım, bolca cepten yedim. Şimdi yeniden vaktim olduğunda, o cebi nasıl da doyasıya kemirmiş olduğumu hayret ve esefle görebiliyorum. Kitap okumamanın eksikliğini, hakikatten hiç okumamış olan hissetmiyor. Kafanda iyi bir yazarın imgeleri ve sözcükleriyle dünyaya bakmanın, önceki bakmalardan ne kadar farklı, ne kadar parlak ve doyurucu olduğunun, ayrımına varamıyor.

Neyse, özetle şu aralar bolca okuyorum. Bunun bir şans olduğunun farkındayım. Lütfen nazar etmeyin. Zira niyetim, okuduklarımın bir kısmını, yani bu şansın birazını sizinle paylaşmak. Keşke her güne 1 kitap gibi bişey yapabilsem ama kendimde o kararlılığı ve dirayeti görmediğimden, şimdilik haftalık bir kitapta anlaşalım istiyorum. Anlaştık mı? Harika.

Size bu hafta anlatmak üzere seçtiğim kitap, annemlerin kütüphanesinden kendime epey genç yaşlarda hediye ettiğim bir Atilla İlhan. İsmi: Fena Halde Leman.

Peki Neden "Fena Halde Leman"?

1- Kitabın radikal kapağını, yazının başındaki fotoğraftan gördünüz. Elimde tuttuğum, Grafika Grup imzalı kapakta, çıplak bir meme ve ona radyo kanalını ayarlamak maksatlı uzanan, "bir başka hanımın" eli bulunuyor. Ayrıca meme ucuna uzanan bu "bir başka hanımın" tırnaklarında oje, üstünde ise ceket gömlek, parmağında "adını sen koy" şeklinde bir yüzük olduğunu fark ediyoruz. (ve hemen provake oluyoruz?)

Günümüzde aynı kitabı almak isterseniz, bulabileceğiniz kapak elbette bu değil. Bu, Özgür Yayın-Dağıtım tarafından 6. baskısı, 1985 tarihinde gerçekleşmiş bir versiyon. Kitabın Kültür Yayınevi'nden çıkan yeni kapağında ise, Öykü Serter'in kayıp kız kardeşini, İzmir saat kulesi önünde görüyoruz. Görelim:


Çünkü malumunuz, şu an Türkiye sınırları içinde hiç bir yerde, meme görmemiz mümkün değil. Sadece meme göremesek iyi, TRT'de kış olimpiyatlarının buz pateni yarışmalarını bile göremiyoruz. Çünkü niye? Halkın sağlığı, çocukların gelişimi... Hımmm... Elimdeki kitabın ilk basımı 1982 bu arada. Yani 80 sonrası o baskıcı, o korkunç zamanların tam ortası... Fakat yine de bir 2015 Türkiyesi değil. Hımm...(x2)

Sonra kitabın konusu da çok ilginç. Bakınız romanın hemen arka kapağında, sayın Füsün Akatlı hanım kitap için ne demişler:

"Kitapta her şey, eşcinselliğin, çift cinselliğin, çifte benlik duyumsamasının gizlerini sergilemeye yönelik, canlı renkli bir anlatımla birbirine bürünür... (yani diyor ki Füsün hanım; kitapta eşcinsellik var) Öyle ki, daha olağan sayılan cinsellik (Füsün hanım burada heteroluktan bahsediyor) kalkmıştır sanki dünyadan... Eşcinsellik olgusu, büyük ağırlık kadınların eşcinselliğine verilerek, oldum olası yinelediği bir izlektir Atilla İlhan'ın" (Füsün hanım'ın dili varmasa da "rahmetlinin döneminde internet yoktu, o da bunlara sarmış olacak" demeye getirdiği çok açık.)... Fena Halde Leman'ı yine de ilgiyle, yer yer Atilla İlhan yazarlığının sarsıcılığına kaptırarak, (kendini mi kaptırmış, kolunu mu, onu bilemiyoruz) yer yer bir sex-fiction romanı okur gibi inanmaz bir inanırlıkla okuduğumu söylemem gerekir." (Füsün hanımın romanda yazılanları yememiş olduğunu söylemem gerekir.)

Kitabı sex-fiction bulan bir tek Füsun hanım değil elbet; kitap hakkında ekşi sözlük araştırması yaptığınızda, içindeki tüm cinsel çeşitlemenin madde madde nakşedildiği, buna rağmen yazarı ve romanın içeriğini "midesizlik"le itham eden entrylere rastlamanız olası. Yani elimizde tuttuğumuz "tartışmalı" bir eser. Neden tartışmalı olduğu da çok açık:

Kitabın içinde yoğun bir biçimde sevişiliyor. Hem de çifte cinsiyetlerle. Abovvv.

Kitap Özeti
Roman, 12 Mart muhtırası verilmeden önceki sonbahar, Çeşme'de bir butik otelde başlıyor. Hanımı ile tatil geçirmekte olan anlatıcı, İzmir'de yaşayan bir gazeteci (bizzat o tarihlerde Alsancak'ta gazetecilik yapan Atilla bey?) butik otelin bulunduğu koyda demirlemiş buhteşem yat "Le Cormoran"ı ve onun sahibesi, hem afet, hem de erkeksi dişi Leman Korkut'u dikizliyor. Hatta yetinemiyor, İzmir'e dönüşte bu İzmirli sosyetik hanfendiyi araştırması için gazeteci arkadaşlarını görevlendiriyor. Ama Leman hanım yer mi? Haha! Yemiyor. Bir takım tehditlerle, falanlarla, aslen kendisine için için yanık bu gazeteciyi başından savıyor. Biz o arada " ay üf çok banal" 12 Mart siyasal olaylarını ve ancak Atilla İlhan gibi bir şairin kaleminden güzel görünebilecek İzmir körfezi manzaralarını okuyoruz. (İzmirli'yim kardeş, bekleme yapma, oku geç.)

Neyse, tam olarak 55. sayfa civarında ikinci kitaba, yani Leman Korkut'un ölümünden sonra yazara yollanmak üzere bıraktığı o dosyaya, yani Leman hanım'ın gerçek hikayesine başlıyoruz. Bu noktadan sonra yazacağımız her şey spoilera girecek ama bir kitabı hiç kimse sonunun ne olduğunu merak ediyor diye okumamalıdır öte yandan. Kitap okumanın motivasyonu, "nasıl yazıldığını merak etmek" olmalıdır. Sonunda ne olduğunu değil. Mesaj kaygım bu kadar, devam edeyim...

İkinci kitap, zaten zurnanın zırt, bazı okuyucuların da giderek "Ay çok yıvranç!!" dediği yer: 2. Dünya Savaşı sonrası Paris'inde, ekmek ve kırmızı şarap bulmak için kendini yaşlı kadınlara elleten yarı Yahudi kızı Jeanne (yani Leman'ın bayan Korkut olmadan önceki adı), bu bataktan Egeli tüccar bir ailenin oğlu Ekrem tarafından kurtarılır. Fakat yıllar süren bu uzak, tatsız evlilik sonucunda, Ekrem Korkut intihar etmiş, eşi Leman ise, ölmeden önce kendisinden bilmediği sebeplerle uzaklaşmış kocasının izlerini bulmaya, Paris'e geri dönmeye karar vermiştir. ("Eeaa, hala sevişilmedi?" dediğinizi duyar gibiyim. Sabır arkadaşlar, sonlara doğru olay kopacak)

İşte o Paris'te, işler çıldırır. Leman Korkut, önce Ekrem beyin Paris'te çeşitli metresleri olduğunu öğrenir. Hemen ardından Ekrem'in trans metresinden, kendini sevici metresine kadar bazı hanımlar ve hanımbeyler ile çeşitli gayrı resmi temaslar kurar. Daha sonra bu temaslarını, kendi erkek de kılığına girmek suretiyle sürdürür. Hatta eskiden kaynanası ile de buna benzer temaslar kurduğunu da, yavaş yavaş itiraf eder. Evet yanlış duymadınız, gariban Ekrem bey'in başına bu da gelmiş, hanımı ve anası bir olup, onun arkasından sevişmişlerdir. Sonlara doğru Leman Korkut, suçluluk duyguları içinde biraz daha sevişir. Kitap biter.

Yani?
Atilla İlhan kitabı 1966'da yazmaya başlayıp, doğum yılım olan 1979'da bitirmiş. Her şeyden önce kitabı yazmaya başlayan İlhan ile bitiren İlhan aynı kişi değil. Bu zaman sıçraması, büyük ihtimalle yazarın esas işi romancılık olmadığı, bir de o yıllar itibariyle muharrirlik yaptığı için zamansızlıktan kaynaklanan bir durum. Yine de romanın bütünselliğine yansıyor. (İçimde bir Füsün Akatlı)

İş bu sebeple, kitabın başında Le Cormoran'daki Leman'ı dikizleyen ve bize darbe dönemi Türkiye'sini anlatan gazeteciden, kitabın sonunda bir daha haber alamıyoruz. Ben açıkçası tek cümle bile olsa, yazarın Leman'ın hatıralarını okumaya bitirdikten sonra ne yaptığını bilmek isterdim. Misal "İzmir Körfezi'ne sarı pembe günün ilk ışıkları düşerken, ben peçetelerimi atmaya gidiyordum." gibi bir cümle yazılabilirdi. (Şaka şaka. tutamadım kendimi)

Öte yandan bu romanıyla, 40 yıllık sanat yaşamının, onca bahadire ve üretimin ardından "porno yazarı" olmakla itham edilen Atilla İlhan, eserini çok daha güzel açıklıyor aslında. Atilla bey, o güne dek romanda toplumsal gerçekliğe odaklanmış ve toplumun bütün kesimlerini yansıtan bir eser vermeyi düşünmüş. Fakat yazarın sondan 3. romanı olan bu esere gelindiğinde, yazarımız artık bu gerçekliği aktarmanın yolunun azınlıklara mercek tutmaktan geçtiğine kanaat etmiş. Cinsel diyalektiği ise, insan psikolojisinin temel taşı olduğu için mercek altına almış. Yani romancılık ve yazarlık adına bu iki olgunluk çağı keşfi, onu Fena Halde Leman'ı ve onun devamı fakat tarihsel olarak öncesini anlatan Haco Hanım Vay'ı yazmaya yönlendirmiş. (Haco Hanım Vay, Leman'ın sevgilisi/kaynanasının öyküsünü anlatmakta, sevicilik kavramını bir de alaturka yönleriyle göstermektedir.)

Özetle, bu kitabı size tavsiye edecek değilim; çünkü şurada üstüne bir iki espri yapmış olsam da, ben kimim ki, bir Atilla İlhan eserini eleştireyim, yetmesin bir de tavsiye edeyim? Bir tek şunu söylemeye yetkim vardır sanıyorum: Fena Halde Leman, fena halde kaliteli edebiyat sınıfına girmektedir ve meraklısıysanız okumanız elzemdir.

 Kitabın bendenizde bıraktığı duygular ise şular oldu.
1- Her şeyden önce giderek muhafazakarlaşan, buna bağlı olarak da algı ve tahammül eşği düşen bir toplumda yaşıyoruz. (Günaydın deniz...)
2-Tüm ülke genelinde yaşanan yozlaşmanın edebiyata sirayet etmemesi zaten mümkün değildi. İş bu sebeple 90 sonrası, Cem Yılmaz cinliğine bürünmeye çalışan sanatçılarımız, ben dahil, tıpkı onun gibi eserlerimizi "kaynak götüm" havasında yazma heyecanına sığınıyoruz. Halbuki kaynak hiç bir zaman Cem Yılmaz'ın götü değildi. O götün altında tüm yapı taşlarını gönlünce kullandığı, 40 yıllık mizah dergiciliği ve çizerlik geleneği vardı.
3- Hülasa, altı boş sanat olmaz.
4- Hayır, okurken hiç hallenmedim.


biterken,
lodos fırtınası moda sahilini dövüyor. 8 ay olmuş yazmayalı. ve o çok güzel kadının da dediği gibi: zaman asla affetmiyor ve sana bundan bahsetmiyor. 
bahsetmesin.

Newer Post Older Post Home

3 vatandaş cevab hakkı kullandı :

En sonda "Toplumun giderek muhafazakarlaştığı" çıkarımında bulunuyorsunuz ya, işte ben buna katılmıyorum. Toplumla birlikte sanatta baskılara boyun eğiyor boyun eğmeyenlerde sesini duyuramıyor sadece...

Sn Abdullah, siz bana katılmasanız da ben size katılıyorum. Misal ki bir Atilla İlhan ilk kez lisede, bir kıza Nazım şiiri yolladığı için içeri alınmış. Sonra da zaten iflah olmamış.

şu zamanda ise baskıya boyun eğerek ancak, belli bir çizgide işler yaparak, popüler kültürün içinde var olmak mümkün.

gerçi her zaman öyle değil miydi?
işte size katıldığım nokta bu.

Güzel bir yazı olmus.Teşekkürler.