Şu An

By | 7/21/2014 6 comments


Selam,
Kendim için yazmayalı epey oldu, o yüzden şu an ne diyeceğimi pek bilemiyorum. Günlerdir hastayım, virütik besin zehirlenmesi gibi bişey oldum. Sözde perşembe sabahına İzmir'e uçacak, oradan halalık duygularımı dibine dek yaşamak amacıyla, 6 ve 4 yaşındaki 2 yiğenimin yanına Çeşme'ye yollanacaktım. Olamadı. Sabahına tatile çıkacağım geceyi Kadıköy Şifa'nın nobran hemşiresine kolumu deldirerek ve hadi saklamayalım, resmen sıça kusa hastaneye koşturarak geçirdim.
Velhasıl acıyın diye demiyorum ama burada, suyunu ince ince ve kararlılıkla çekmekte olan istanbul'dayım.

Virütik zehirlenmeye dönersek, ki korkmayın çok da detaylandırmayacağım, bana sadece pirinç, patates ve peksimet yeme özgürlüğü tanıyor. Bu 3 p ile geçen 4. Günüm. Haliyle kahvaltı etmek istemiyorum. La vashe qui rit'in ineği sanki bana hiç gülmüyor. Ve zehirlenmemin temel nedeninin havuzda son 2 yıldır uzaktan izlediğim kadınların nazarı olduğuna inanıyorum.

Kadınların lideri 50'li yaşlarında, sarışın, pırlantaları ile yüzüyor ve son 3 yazdır havuz başındaki yerini hiç bir insanoğluna kaptırmadı. Bir de yeni tarz yapmışlar bu sene, koca koca kadınlar, fosforlu renklerde ip bikiniler giyiyorlar. Ben manitaya dedikodusunu yapıyorum. Yani aslında nazara gelen benmişim gibi dursam da, siz bi de onları görün. Bence perişan haldeler. Çünkü nazara çemkirerek aduket atıyorum. Yaşım bunu gerektiriyor.

Yaşım demişken, bu sene doğum günüm aradan kaynarken elime kalem bile almadım. Normalde her sene bir yazılar döşenirdim, bir havalara girerdim ki hiç sormayın. Çocukluğumdan beri böyle; depresif, sıkılgan, varoluş kaygılı... Sonra 32 gibi yavaş yavaş geçmeye başladı bu hastalığım. 35'te ise şımarıklıktan eser kalmadı. Doğumgünümde pasta yemedim, bir kalemden gayrı hediye almadım, insan gibi gelen bütün aramaları ve mesajları tek tek cevapladım. İnstagrama koyduğum selifemi saymazsak, şımarıklığın ş'si yoktu üzerimde; halbuki geçen birkaç ayda uzun uzadıya, adeta bir yaşam koçu edasıyla 35 yaş yazısı yazmayı tasarladıydım.

35 yaş yazımda özellikle genç kızlara tavsiyeler verecektim, zira kafasını açtığım her genç kızda kendi gençliğimden gün kazanıyorum. Ağlak, uyuşuk, umutsuz ve tembel geçen günlerim, başkasında kurtardığım günlerle geri ekleniyor bana. Siz de deneyin, size de eklenecek. Çok mistik, bir o kadar da kuantum. Tavsiyelerim arasında stil konusu da önemli bir yer tutuyordu. Ehehehe. Acile giderken stil insanın işine çok yarar çünkü, gerçekten.

Acil demişken, doğumgünüme evinde girdiğim halde, ağır depresyon ve iş kaygısından o saatlerde odasından çıkmayan Çağatay'ım, hemen ertesi gün Gezi'de kaykaydan düşüp götünü kırdı. Ve bunun olacağını gerçekten hissetmiştim. Dilerseniz başından anlatayım.

8 Temmuz'u 9'una bağlayan gece, gittik Ece-Çağatay palas'a. Gazozlu beyaz şarap ve bolca sigara içip geyik yaptık. Çağatay o gece odasında laneth okuya okuya çalışıyordu ve beni moleküllerine ayrılmak istediğini söyleyerek epey bi korkuttu. Ertesi gün ise sabah işe giderken, Çağatay'ın kuzenini gördüm İstiklal girişinde, selam vermedim çünkü çocuğun yüzüne bakınca bir an, bana Çağatay ile ilgili fena bir haber verecek sanarak çok korktum. İşte o sabahın akşamına gidip üst bacağını ve onu kalçasına bağlayan yeri kırmış beyzademiz. Telefonu kapalıymış, yardım için kimseyi arayamamış. Parkta koşan sporcu bir çocuk yardımcı olmasaymış, kimbilir kaç saat çakıldığı betonda yatacakmış.

Bereket ki, sağlık hizmetlerimiz 10 numara. Ak parti döneminin en güzel tarafı sağlıktı, herkes bunları anlatıyordu, gittik yerinde gördük. Şişli Etfal harabe gibi, kalabalık, acilde hastanın elinde kalan bacağını yakını taşıyo ama yine iyi. Geçmişe göre herhalde iyi. Kan bankasından kan alabilmek için kan bağışlama tarzına ise özellikle vuruldum. Kana kan... Çok tradisyonelll. Velhasıl korkmayın Çağatay'ın götünü tamir ettiler. Çok acı çekti, derdinden günlerce yemek yiyemedi ama şimdi iyi. Yani sanırsam. Ben hastanelik olduğumdan beri aramadım.

Kadıköy Şifa'nın acili ise çok pahalı, tavsiye etmiyorum. Üstelik pek iyi davranmıyorlar insana. O köfte dudaklı hemşire mi, stajyer doktor mu, her kimse ona hala kin duyuyorum. Kin çok kötü bişey. Kıskançlık da öyle. İkisinin de beslendiği yer aynı aslına bakarsan; insanın içindeki korkutucu bir boşluk. Kimsesizlik ve çaresizlik hissi. Kıskançlıkta bu kimsesizlik, başka aczların şekline bürünüyor. Acz. Çok severim bu kelimeyi, ifade ettiğini değil ama ifadenin şeklini. Yerine getirlemeyen arzular... Tatmin olmamış istekler, ihtiyaçlar. Ve onları başkasında görmek. Senden başka herkesin, ya da hadi diyelim ki, büyük çoğunluğun, onlara sahip olduğunu zannetmek. Öfkelenerek tükenmek...

Boş işler. Bu kadar kısa ve basit değil ama öyle bir yandan. Sana bişey itiraf edeyim, aklın kalmasın. Hani o milletin FB fotolarını ya da instagramlarını dolaşırken, hissettiğin kıskançlık var ya... Sen onu bir parça marka bikini, bir grup az tanınmış insan, biraz manzara sanıyorsun ve onlara ulaştığında, tüm aczların dineceğine inanıyorsun ya... Ha ha ha. O işte, öyle değil. Tek eksiğin sevilmek, önemli hissetmek, kendinle rahat edebilmek. Kendinle rahat... Suretlere takılma, imajlardan kop da gel. Tek ama tek bir eksiğin var, kendini sevmek.

Karnım çok aç ve yeminle göbeğim eridi 3 günde. İşin kötüsü bu yaz bikinli fotoğraf verebileceğimi hiç sanmıyorum, de ki vaktim yok. Geçen sevdiğim genç bir kız geldi, benle röportaj yapmak istedi bir gazete için. Sorduğu soruların içinde en temel eksen, benim cesaretimdi, evvet, ben de inanamadım. Sahnede anlattıklarım, yazarak devirdiğim tabular, kendimle dalga geçebilişim... Çok mu yaşamıştım, milleti donumda mı sallamıştım, nereden geliyordu bu özgüven?

Bilse, ben bu soruların cevabı diye ettiğim her bir kelam için sonradan en az bir kere utanıyorum. Duyduğum her kin ve kıskançlık için en az bir defa. Ve sonra hepinizinkiler için biraz daha utanıyorum ama ne olur üzerinize alınmayın. Hobi olarak insanlık halleri için utanıyorum durmadan. Hatta yetinemiyorum, çoğu için de özür diliyorum. Ah bir hippi feminist çıkıp beni tokatlasa. "Kimseye rüzgarını çaldırtma, kurtlarla koş!" felan dese. Ah ah ah.

Teoride çok güzel şeyler var, misal ki sosyalizm, gerçeği hiç de hayal edildiği gibi olmuyor. Takdir edersiniz ki bir tek hayalle yaşanmıyor. Hayal gerçeğe ne kadar yakınsarsa, başarı yüzdesi o kadar büyük oluyor. Şimdi sor bakalım, peki başarı o kadar mı önemli? Sen değil miydin bundan neredeyse 10 yıl önce, insanın yarattığı başarı imgesinin gözüne tüküren, ardından konuşan? Bendim, hala da benim. O zaman göremediğim kısmını şimdi söyliyeyim: başkaları başardığını düşündüğünde iyi hissedeceksin ama çok takılma. Sen başardığını hissettiğinde, hiç bir anlamı kalmayacak.

Laptopun şarjı bitmek üzere, ben yaklaşık 300 yıldır olduğum yerdeyim. Batı çınarları ile bakışıyorum burada bütün gün. Ki batı çınarı kadar güzel bakan insan da zor bulunur, şimdi kalbinizi incitmek gibi olmasın. Sanırım söylemek istediklerim bu kadar. Ya da kan şekerim iyice düştü çünkü hiç bir şey hatırlamıyorum. En son bir an anlatarak gitmek isterim. İçinde olduğunda fark edemeyeceğin kadar hızlı geçen, elinde tutamadığın, ışık gibi şaibeli bir an.

Sahnedeyim ve sen de karşımdasın.
Rahat göründüğümü düşünüyorsun ve benim aslında korkudan götüm uğulduyor, sorun değil.
Az sonra cümlem bitecek ve bana güleceksin. Gülmeyi uzatırsan bunu hakketmediğime inanıp elimle hafifçe dur dur işareti yapacağım alttan. Susuzluktan ölmek üzereyim, ceket giydim çünkü ter içindeyim. Şşşt. Sorun değil.
İşte kahkaham geliyor, işte kendi kurduğum cümle, kendi sesim ve ışık.
Bir tek nefes, tek bir yöne, o kadar.
Şu an ölmeyeceğim, şu anda canımı sıkan hiç bir şey yok, olsa da umrumda değil, hiç olmayacak, hah, hiç olmadı ki.
Şu an dünyaya uzaydan bakan ve "ne saçmaymış amk" diyen o ilk astronotum ama dünya hemen burada.
Hepimizle dost ve ayaklarımın hemen altında.

Kendine bir "şu an" bul. Hep bul.
Diz onları uc uca.
Sana tek 35. yaş tavsiyem budur.

Lav yu ol,
d.
Newer Post Older Post Home

6 vatandaş cevab hakkı kullandı :

son cümlenizi emir telakki ettim deniz hanım. aşk acısı üzerine yazınızıda heycanla bekliyorum

xxx ağır stalkerınız ladygardixxx

Bu yazıyı oyuyunca birkaç yıl önce yazdığın doğum günü yazına "iyi ki doğdun Deniz Özturhan" diye yorum yazdığımı hatırladım. Zamana dur denmiyor. Tekrar
İyi ki doğdun!

momos said...

doğaya inanıyorum. doğaüstüne değil. yine de her şeyi bildiğimi iddia edemem.

ama pazar sabahı şiirlerinden oluşan kitabın rüyama girdiğinde oradaydım. heyecanla kapağı açıp okumaya çalıştım. elbet her seferinde başarısız oldum, onlar senindi benim değil çünkü.

diyeceğim; bedeninden akan şırıltılar kaleminden akacakların ışığı olsun. sesini sonra duysak da olur.

otuz beşe gelince... tüm cakası otuz altıda biter. son çiviyi çak gitsin.

Bloğunuzu çok sık takip ediyorum ve yazılarınız harika. Ben de sizi bloğuma beklerim nediminhayalleri.blogspot.com :)

deniz b. said...

çeşmeye ne zaman geliyon kız

Digdem said...

öyle bir gecede okudum ki bu yaziyi 'cuk' oturdu.
bir kenara güzel anlarimi not etmeye calistim son bir kac ayda...cok uzamadi liste..bir telaş aldı beni..ki zaten de ihtiyacim olan buy(muş)du! Sagol! sen yaz hep...