
Brüksel'de bi aşağı bi yukarı dolanırken, arada başlayan sağnaklarda, katedrallere ya da kirişlere sığındım. Döndüğüm sokakların her birinde, tekmili Avrupa kentleri mimarisi dizilmiş bekliyordu. Alman sarayları mı dersin, Fransız Art Nouveau'larımı artık, Hollanda kanal evleri mi...
Ağaç kökü ile hamam böceği arası bi bina gördüm. Şimdi verdiğim örnek tiksinç gibi ama değil, organik, gotik ve egzotik bi kusursuzluktan bahsediyorum. Albertin meydanın iki adım yukarısında, inanmayan gitsin baksın. Kafka okumuş sanki bina, öyle...
Ben de istiyorum tabi, parislililerin brükselilillerin sadece çatılarını göreyim, ama mümkün değil. Brüksel'de döndüğüm çoğu sokakta evsizler yaşıyordu. Avrupa'nın arka bahçesinde, sömürge illerin vatandaşları, gurbetçiler. Birine sigara verdim, Cezayirliymiş. Türk olduğumu duyunca "gardaş" dedi, güldük.
***
Place de la Fontaine'e çıkan sokakta bi kafeye oturdum ve sonradan anladım ki,kendisi nezih bi tapir kafesiymiş. Gaylerden şu an çok özür diliyorum, tapir kelimesinden hoşlandığım için. Neyse, mekanda her şey güzel, ücretsiz wifi şifresi ise Eric1974'tü. Biraz parasetamol, biraz içki tükettiğim esnada, uluslararası gay date'lere yakından bakma fırsatım oldu.
Sigara içmek için çıktığım kapı önünde, içkici kızlarla karşılaştım. Yüksek sesle şarkı söyleyip, gelen geçene laf attılar. Kilisenin taşı üzerinde, yüzlerine güneş vursa da, aslen biraz ayazdaydılar. Kıçları üşüyünce tabi, birbirlerinin kucaklarına oturdular . Ellerinde hangisi vardı göremedim lakin, Brüksel'de 1000 çeşit bira varmış.
Valla iç iç bitmez.
2 vatandaş cevab hakkı kullandı :
"kafka okumuş sanki bina" cümlesine yarıldım. paylaşmak istedim. bir de merak ettim, ilk gittiğimde bakıp hangi bina olduğunu tahmin etmeye çalışacağım.
"Kafka okumuş sanki bina" benzetmesine bittim diyecektim ki bir önceki arkadaşın aynı benzetmeye yarıldığını farkettim. sonra yazmasam mı dedim. biraz daha sonra düşündüm ki ne alakası var, yazayım gitsin. yazdım. evet.
Post a Comment