Yalnızlığın 20 Yılı

By | 7/29/2013 13 comments

Yüzyıllık Yalnızlık'ı her bitirdiğimde olduğu gibi, yine kendimi belime kadar boşluk ve anlamsızlık hislerine batmış buldum. José Arcadio'ların en büyüğü tadında, aklımı ufaktan yitirip, hayatın şaşmaz aynılığı karşısında "bugün de pazartesi!" buyurasım geldi. Fakat günlerden henüz pazar'dı. Ben bilmesem de pek çok insan bunu bilmiş, kendisini Moda'nın çimliklerine, kafelerine, kafesli top sahalarına ve çay bahçelerine atmıştı.

Kimseye gerçekten bakmayarak sokaklarda yürürken, bu kitapla aramda son 20 senedir bitmek bilmeyen münasebeti düşündüm. Hayatımda hiç gitmediğim ve büyük ihtimalle de gidemeyeceğim, hadi büyük konuştum da, gitsem bile layıkıyla gezmemin çok zor olduğu Kolombiya'da, yüzyıl önce gerçekleşen olayları niye 13 yaşımdan bu yana, sanki kendi talihim, hatta yazgımmış gibi okuyup okuyup seviniyor, göz yaşı döküyor ve dertleniyordum?

Şüphesiz manyaktım ama bu saplantımın illa ki o kitaba, o yazarın henüz 40 yaşını bulmadan bitirmiş olduğu o hikayeye duyduğum yakınlığı açıklamıyordu. Buendia soyuyla uzaktan, yakından, hatta internet aracılığı ile bile "slm, asl" olayına girmişliğim yoktu. Fakat ben, Ursula'nın 100 yılı aşkın süre bitmeyen bir azimle yaktığı ocakta, süpürdüğü kilerde, misafir doyurduğu yemek odasında, beni her yaşımda kucaklayan bir aile buluyordum.

Durun size hayatta en sevdiğim şeylerden birini yapayım ve kitaptan bir hikayeyi cımbızla çekip, canımın istediği gibi anlatayım.

Buendia ailesinin kara yazgılı başına 2 tip erkek geliyor, Arcadio'lar ve Aureliano'lar. Arcadio'lar başına buyruk, maceraperest ve yoldan çıkmaya her saniye hazır, dışa dönük insanlar. Aureliano'lar ise soğuk, münzevi ve bıçkınlar. Gaipten haber alır gibi sezinlemlerle ve katı bir yalnızlık hissiyle kaplı olarak doğuyor, giderek içlerine kapanıyor ve hayatlarını yiğitliğe bok sürdürmemek ekseninde harcıyorlar.

Benim en sevdiğim Aureliano şüphesiz albay olan; iç savaşta liberlallerin zaferi için tam 32 ayaklanma düzenleyip, 32'sinden de yenilgiyle dönen, savaşın sürdüğü 20 yıl boyunca, çeşitli garnizonlarda koynuna sokulan bakirelerden tam 17 tane oğlan peydahlayan ve bu 17 oğlunun 16'sı bir gecede, alınlarına çizilmiş küllü haç işaretinden vurulmak suretiyle öldürülen, büyük kumandan.

Gerçi diyeceksiniz ki, 32 ayaklanmanın hepsinde yenilmiş, onlarca savaştan, 4 suikast girişiminden, bir intihar ve bir de idam mangasından sağ çıkıp, en nihayetinde, işemeye çıktığı çınarın dibinde, babasının hayaleti üzerine sıçratarak yaptığı çişin buğusuyla, kafasını ağaca dayayarak ölen adama, büyük kumandan denir mi?

Bence denir.
Hele ki, sırf liberlaller evlilik dışı çocuklara da eşit hak istediği için (ve kendisinin de Pilar Terena'dan bir aile geleneği gibi peydahladığı bir Arcadio'su bulunduğundan) liberal olan ve yine sadece muhafazakarların düzenbaz ve zorba oluşlarına duyduğu öfkeyle, mutfak bıçağıyla silahlanarak ayaklanan biriyse, bu büyüklük iyice abartılır.

Zira albay hayatı boyunca bir an bile mutluluk, huzur ve yalnızlığın tam tersi neyse onu, bilememiştir.

***

Yalnızlığın tam tersini anlatan bir kelime dilimizde bulunmuyor. Belki başka dillerde, insanların o tam tersi duyguyla sarmalandığı yerlerde, böyle bir sözcük vardır.

***

Albay'ın savaşı bitirmek için var gücüyle kazandığı yenilgi, ne Kolombiya'ya, ne de hikayenin  geçtiği ve uykusuzluk hastalığı sırasında, unutkanlığın ilacı olsun diye ana caddesinde "Tanrı vardır" yazan Moconda kasabasına huzur ve dirlik getirmez. Albay bir sabah çınarın dibinde ve ayakta öte dünyaya geçmezden önce, kasabaya kapağı atmış bulunan muz şirketi, sömürgeciliğin yeni yüzü olarak yönetimi ele geçirir. Soyun atası, macera delisi José Arcadio'nun 3 günlük mesafede denizi bularak umutsuzluğa kapıldığı düzlüklere muz plantasyonu kuran şirket, Mocondo'yu tamamen değiştirir.

Amerika'lı gringo'lar sadece kendilerini koruyan satın alınmış bir polis, işçilerin canına ot tıkayan berbat çalışma koşulları ve mühendisler tarafından ayarıyla oynanmış bir iklimle yetinemezler. İşçiler genel greve gittiklerinde, orduyla birlik olup çoluk, çocuk, genç yaşlı demeden tam tamına 2 bin 4 yüz 8 kişiyi, toplandıkları meydanda mitralyöz ateşiyle öldürür, ölüleri muz hevengi gibi üstüste doldurdukları 8 vagonlu bir katarla götürüp denize atarlar.

Vagonlardan birinde uyanıp sağ olduğunu anlayınca demir yolunu takiben köye inen ve aslında bir Aureliano olacakken, çocukluğunda ikiz kardeşiyle oyun olsun diye yer değiştirdiğinden, Aureliano kaderini Arcadio ismiyle yaşayan Buendia, varıp da köyüne ulaştığında, hükümet ve muz şirketinin el birliğiyle olayı örtbas ettiğini dehşetle görür.

Herkes ağız birliği etmiş, Moconda'da kimsenin ölmediğini ve muz şirketinin asla var olmadığını söylemektedir. Muz şirketinin iklim mühendisleri ise, tüm bu kıyımın parasını ödeyen Mister Brown'un buyruğuyla, tam 4 yıl 11 ay ve 2 gün sürecek ve ölüme benzer bir unutuluşa yol açacak büyük yağmuru başlatırlar.

***

Marquez karakterleri hep böyledirler işte. başlarına olmayacak iş açar, bir tutkunun peşine gözü kara düşer, bazısı yıllarca bir göz işlikten çıkmamayı, bazıları dünyayı iç gözüyle çözerek körlüğü veya yaşlılığı unutturmayı, bazısı ucuna asıldıkları mutfak örtüleriyle göğe yükselerek gözden kaybolmayı başarırlar.

Hayat kendini tekrarlayan olaylar dizisi gibi akan ve José Arcadio'nun yüzyıl başında çingenelerden aldığı ilham ile icat ettiği manuel hafıza makinesine epey benzeyen bir çemberden ibarettir. Ekseni yıpranana kadar sonsuzluk içinde dönüp durur.

Ölenler öldükleri ve ölümün bitmek bilmeyen pazarlarında iki çift laf edecek birini bulamadıkları için, yaşayanlar çoğunlukla birilerine duydukları ihtiyacı dillendirmeyi gururlarına yediremedikleri için, kesif bir yalnızlık ve özlem duygusu içinde kıvranırlar.

Ve sonunda tabiat, hepsinin eline geçen en değerli hazine olan yaşamı onlardan geri alarak, tarih öncesi bitkilere ve karıncalara yem eder.

***

Bu kitabı, bana ne hissettirdiğini, onunla, onsuz, onu insanlara anlatarak, sevgililerimin tamamına okutarak, okuyanların gözlerinde bulduğum parıltıya veya bezginliğe bağlı olarak aşkımın ömrünü ölçerek geçirdiğim zamanı, kaç kez yazdım bilmiyorum. Ömrüm yettiğince yazarım gibi de geliyor, gocunmuyorum. 1984'ün sonunda olduğu gibi, "kitabını seç ve o ol", deseler, ne olacağımı bilmenin  vakarı bana yetiyor açıkçası.

Marquez, ananemle yaşıt.
İkisini düşünmek de bana farklı yerlerimden sokulan keskin bıçaklar gibi bir suçluluk duygusu veriyor.
Özlemi, çaresizlik anlarının ucunda bile kutsanan yalnızlıkla yıllarca bastırılan ve sonunda giderek ulaşılmaz olan bir aile, yine o yıllarda ele kalem almadan, iki satırın belini bükmeden harcanan zamanlarla tembelliğe kurban edilmiş yazarlık...

Belki yazgım bir çember gibi dönerek kendini tekrarlıyor ve tıpkı Mocondo'yu temellerinden sökerek yokeden kasırga gibi görkemli bir sonu bekliyordur.

Sahi, geride hatırlayacak kimse olmazsa, herhangi bir şeyin görkeminden bahsetmek mümkün olur mu?



Biterken,
kitabı hala okumamış bulunanlar; bana "ne spoiler verdin laan!" demezden önce, bi utanın. öpüyorum. temmuz bitiyor. gene öpüyorum. bitmeye devam ediyor.



Newer Post Older Post Home

13 vatandaş cevab hakkı kullandı :

ne spoiler verdin laaaaan dedim harbiden içimden :)

Anonymous said...
This comment has been removed by the author.

biz okuduk allah artırsın sofrayı da buendialar kaldırsın

momos said...

suçluluğun keskin ucunu kendimize batırmadan önce halen harcanan zamanları yaşadığımızı ve ulaşılmaz ailemizin geride kaldığını hep hatırlatmak gerekiyor kendimize belki. gerimizde ama kayıp değil. bir buendia ailesi de değil belki ama olsun, tolstoy'un dediğini farklı okursak; bütün ailelerin zenginliği kendine mahsustur.

ve geride hatırlayacak birisi her zaman vardır.

Allah ınternet kablondan,bılgısayar drıverından,blogundan razı olsun (imana geldim asgdfhfagdf)

bermans said...

Kitabı son 50-60 sayfasına kadar okuyup bırakmıştım. Neden öyle yaptığımı bilmiyorum. Şimdi yıllaaaar yıllar sonra sayende sonunu öğrenmiş oldum. Çok da iyi oldu. Saol :))))

mastır piis.
üstadınki de, seninki de.

Merhabalar;
Blogunuzu yeni keşfettim ve hemen takibe aldım.
2357.. takipçiniz benim.
Bu arada çok hoş bir çekilişim var, muhakkak beklerim :)
Sevgiler
http://http://whiteglaze.blogspot.com/2013/08/beyaz-srn-buyuk-cekilisi.html

yeliz said...

Kitabı bir daha okuma isteği uyandırdın yav:)) müthiş bir kitaptı.

yazılmış en iyi romandır.. yazılmamış olanlar için ilham kaynağıdır, ama onlar yazıldığında da yine en iyi o olacaktır..
kesin bilgi yayalım..

dünyada yazılmış en güzel romandır.. kesin bilgi, yayalım..

Anonymous said...

p.s.: 1984ün sonunda mı yoksa Fahreneit 451'in sonunda mı kitabını seç ve o ol sohbeti dönüyordu, tam hatırlayamadım. Yüzyıllık Yalnızlık gerçekten çok iyiydi :)

Unknown said...

Ne yazıktır ki... sizi yeni fark ettim. Lütfen yazmayı sürdürün. Olağanüstü bir yeteneksiniz. (Senin haddine mi ulen? demeyin e mi?)