Anlar

By | 6/18/2013 2 comments


Şu aralar yaşadığım pek çok anı, nadide sanat parçaları gibi, hafızamın en havadar, en toz tutmayacak köşelerine kaldırmak istiyorum. Sürekli "İşte bunu asla unutmamalıyım, işte bu duyguyu hayatım boyunca hatırlamalıyım" diyorum kendime.
Bunları derken, bazen gözlerim hınçla kapalı ve dişlerim sıkık, bazen yüzüm onaltılık taze gibi kahkaha ile yuvarlanmış oluyor.
O anlarda bağzı şeyler oley, bağzı şeylerse ölümüne kahroluyor.

***

Neuköln'den Kreuzberg'e bağlanan yollardan birinin üzerinde, kanal kenarında bir parktayım. Evde hasta bir sevgilim, birkaç bin kilometre uzakta hasta bir memleketim var. Haziran'ın sen de 8'i, ben diyim 10'u ve hastalıklar gerçekten çok ısrarcı. Güneş parlak ve çimlere serilmiş pek çok genç var. Kimse gölgeyi tercih etmiyor burada. Ekseriyetle beyaz bacaklı, zarif topuzlu, yanarca bisikletli Alman kızları.

Ama ben parka Berlinli bacıların keyiflerini kesmek için oturmadım. Oradayım çünkü çimenliğin ortasında bir grup ergen kız, bağıra çağıra kavga ediyor. Aralarında tek bir oğlan var, beyaz eşofman takımı çok yaraşmış. Gördüğüm; bir grup kız, oğlanın yanındaki tek bir kızı yolmak istiyor. Almanca bağırış çağırışın ortasına bir iki "valla" ve "orospsu" Türkçe olarak giriyor. Oğlanın yanındaki kız, önce saçından sürünüp, sonra yerde bir mühlet tekmeleniyor. Beyaz eşofmanlı genç tekmeleyeni çimde yatan Alman kızın üzerine itiyor. Üzerine düşülen Alman kız nasılsa olaya epey duyarsız, kimse ergen kavgasını değil ayırmaya, o yöne bakmaya bile yeltenmiyor.

Bir benim kenardan teyze gibi, "Achtung achtung ya, ayıp helööğ!" diyen. Çok kızgınım. "Abileriniz ablalarınız memleketteki son park için nöbete çıktılar, siz burada, Berlin park bolluğunda birbirinizi yolun. Pes yani, bravo!" İlk satırda bunlar geçiyor aklımdan. O esnada yeterli dayağın yendiğinde kanaat edip dağılıyor ergen çetesi. Arkalarından yine keyifli bir mırıltıya gömülen parka bakıyorum.

"Bu çocuklara dayağı öğreten şüphesiz aileleri. Peki bizim kültürümüzde dayak niye centten çıkma? Hadi diyelim ki bi kez çıktı cennetten. Lakin artık üstünden çok vakit geçti, Dayağın son kullanma tarihi neden gelmedi, gelemedi?" yazıyorum deftere. Sonra çimde, kavgadan değil ama gölgeden kaçmak için örtüsünü çeken kıza, bir daha bakıyorum. Ah, hasetten yanasıca yanlarım. "Bunların da dedesi belki kızını dövmedi ama milyonlarca insan yaktı. Bak bak havasını, rahatlığını sktiğim. Sonra öğrendiler demek ki... Hayır illa ki, Hitler mi lazım bu noktaya gelebilmek için? Bizim derdimiz bize yetemez mi?!!"

Hayalkırıklığı ile defteri kapatıyorum. O an yarım saattir gözümü düşmanca dikmiş bulunduğum kızın, bana bakıp gülümseyeceği, benim öfkeyle kurumuş yerlerime pansuman yapacağı tutuyor. İşte o an  çok utanıyorum aga. Kimseyi anlamaya yeltenmediğim, hep "Niye böyle oluyo yaaa?" diye ağlandığım ama hiç bir şey yapmadığım onca zaman için utanıyorum.
O utancı, unutmayacağım.

***

Nihayet Gezi'nin merdivenlerindeyiz. İlk kez istemeyerek çıktığımız yurtdışı gezisinden İstanbul'a, ciğere biber çekip, oh be diyecek bir ruh haliyle döndük. Olan bir şeyi bilmek, sabahlara kadar twitterdan takip etmek başka, tam ortasında dikilivermek bambaşka. Olmuş işte, buradaymış. Ufacık bir rüya, ama tüm gerçeklerden çok daha büyük. Nasıl bilmiyorum, ama öyle.

Nagehan Alçı ve diğerlerinin "Karaköy'de vahşice dövülüp üzerine işenen türbanlı" ajitasyonundan büyük mesela. Günler boyunca, çıkabileceği her yerde mikrofana sarılıp, halkına hakaret ve yalan kombo bitler yapan bir başbakanın ağzından çıkan her şeyden de büyük. (Bu arada bizim Kısmet Şov'da bir espiri vardır başbakanım; Simit Sarayı'nda ve Alman Hastanesi yoğun bakımda bile çıktık deriz. Kalite konusunda siz, bizi de aştınız. Çıkamadığınız her yere temsilen gaz attırmanız ise, gerçekten lavli taç dediğimiz, ince bir hareket oldu.)

O ana dönersek, o gece, Gezi'nin son gecesiydi ve kimsenin bundan tam haberi yoktu. Birileri toplanmaktan, bir diğer grup "hiç bir talebimiz ciddiye alınmadı, neden gidiyoruz"dan bahsediyordu. Etraf tıklım tepiş, dergiciler orada, anneler orada, feministler, müslümanlar, LGBT'liler, çadırlar, rastalar, çoluk çocuk, chp'li amca, köfteci, mizahçilar, müzisyenler, yazarlar, Bedri Baykam... (Şahsen orada mıydı tam bilemiyorum ama ruhen İlhan İrem bile gelmişti. Ben hissettim.)

Ben Gezi'yi kalabalık bir panayır olarak gördüm, sabah çöp toplayıp, öğlen gaz yiyip, akşam ölen arkadaşlarını anışlarına şahit de olamadım. Bayrakları, flamaları, yemek kuyruklarını, çadırların önünde oturanları, "sigara varsa bırak, yoksa al" kutularını, içinde müzik de yapılan mutfağı hep uzaktan gördüm. Hiç bir şeyin ucundan tutmuş, giderken yanımda bir parça Alman çikolatası, Nivea krem bile getirmiş de değilim.

Bir tek yanımda kalem getirmiştim, bir metrekare boşluk bulup oturdum. Köşeye "diren pisi" yazıp, yumruk kaldırmış kedi çizdim. İçimde kalırdı yapamazam, valla şişerdim. Zira tüm gerçeklerden büyük o rüyanın, mutlaka bir parçası olmalıydım.
O göz kamaştırıcı büyüklüğü asla, unutmayacağım.


***

Artık kısa anlatıcam, ne pis anlarım varmış, 4 paragraf arkadaş...

Bu an, hemen ertesi gün, saat dokuz. Evdeki davul parçalarını alıp balkona çıkma saati, ki zaten, sokakta bir koro hafiften tıngırdayama başladı. İşte tam o anda sağ olsunlar, girdiler Gezi'ye. İçerde olan insanları dün ben gördüm, saldıracaklarını, hem de çok sert saldıracaklarını da biliyordum. Defalarca sağda solda söyledim, "bu hükümet bir gecede 60 masum vatandaşı öldürüp, sabaha sayıyı 6 teröriste çeker" de dedim. "Tiananmen Meydanı'na bakın, tankların önünde duran eli poşetli çocuklar komple öldüler dünyanın gözü önünde, onca yıldır bakıyoruz. Klip malzemesi oldular!" da dedim.

Ama gerçekten bunu yaptıklarında, bizzat kendi halkının üzerine terörist gibi, düşman gibi saldırdıklarında, beni bu kadar çaresiz bıraktıklarında, elimde çan ve tokmak ağlayarak sokağa çıkardıklarında, şunu hiç düşünmediler: Bunu da asla unutmayacağım. O çaresizliğe mahkum olmadığımı, bunun ne hakkım, ne de anlımın yazısı olduğunu, ömrüm boyunca hatırlayacağım. Ve her kim bir gün, bir haksızlık, bir vahşet bir aymazlık için "Böyle gelmiş böyle gider" derse, o anı hatırlayıp, cevaben dolu dolu bir "hayır!" çakacağım.

Çünkü o an sokağa çıktığımda, bisiklet kaskını çantasına takıp, Taksim'e doğru yola çıkan 18 var yok, ufacık kızı, yeleğini sırtına geçirip sokağa uğrayan teyzeyi, çocuklarını annelerine bırakıp, Gezi'ye koşmaya çalışan çiftin yüzündeki kararlılığı da gördüm.
O yüzleri asla, unutmayacağım.

***

Hep ağlamadım, arada güldüm de. "Çadırlarda eşcinsel ilişkiye de girmişler, alçaklar!" tweeti atan beyaz masa'ya dinlenip dinlenip güldüm, hala da gülüyorum. Çarşı'ya solo ve koro halde, ara ara alkışlar eşliğinde, fotoşop çalışmalarından ötürü pek çok kimseye, lakin en çok AK gençlik kollarının "kırmızılı kadın castmış" çalışmasına histerikçe ve en son duranadam'a tapınarak, güldüm. Duvar yazılarına, videolara, babalar gününde aradığımda "Ne varmış solucak, üzülücek. Bak karşındakilere domuz gibiler. Kalk, ağlama, diren!" diyen anneme, gözyaşıyla karışık hep, güldüm.

Önce gülüp sonra eksiyi bastıklarım arasında, "Başbakan erdoğanın gtünün kılı.." teyze vardı. Gülüp, eksiyi kendime bastım. Bizim başbakan Erdoğan'ın gtünün kılı olamayacağımızı düşünüyorsa, o teyzeyle dalga geçmeye hakkımız yok. O teyzeyi temsil etmeyi, kendini güvende hissettirmeyi başbakan başarmış demek ki.

Polis'in "Ne yapayım osurayım mı?" videosundaki polise de önce güldüm sonra, "açtığın başlığı skiim ben kaçıyorum" diye verdim eksiyi. Osurmakla bir insanın gözünü çıkartmak ya da kafatasını parçalamak arasında hiç de ince olmayan bir çizgi var çünkü. Çizgi değil, sanırsın otoban.


***

Bir de keşke orada olsaydım dediğim anlar var. Eski mahallem Akaretler'de "biber gazı oley!" çekilirken, Cihangir'de milleti balkondan gözaltına alınır ve sokakta bangır bangır Duman-Eyvallah çalarken, Gezi'de sabah yogası yapılır, ya da çadırda alçakça işler dönerken ve şu yazının başındaki şarkı okunurken, keşke orada olsaydım. 

Gerçi ruhen oradaydım, ben hissettim.


Biterken,
akşam oldu olm, evden parklara çıkmak lazım. imla hatalarımı filan hep dönünce düzeltirim. malum hakkımızı sandıkta aramanın yolu, mahallede toplanmaktan geçiyor. ah sivil direniş, bizi maafettin. dur bakalım bu akşam, hayırlısıyla yoğurtçu parktayız. topluca parka gimek insanı terörist yapıyor mu, elbet hayırlısıyla öğreneceğiz.

Newer Post Older Post Home

2 vatandaş cevab hakkı kullandı :

Anonymous said...

Muhteşem olmuş, eve dönerken okudum. Bu millet sandıkta getirdiğini sandıkla gonderemeyecek maalesef. Çünkü her secim donemi oldugu gibi önümüzdeki secimlerde de, secim gecesi elektrik kesilecek ve secimden haftalar sonra saklanmış oy pusulaları ve sandıklar çıkacak. Az önce dolmuşta yavsagin teki, " gezi parkindakilerin hepsi üniversite öğrencisi. Hic aklı basında biri yada orta yaşlı kimse yoktu hepsi issiz güçsüz boş insanlar" dedi. Yerimden kalkıp" çünkü Atatürk bizlere ey turk gençliği diye seslendigi icin tüm gencler ayaklandı senin gibi zihniyette olanlarda Erdoğan'ın kıçının kılı olmaya razı" dedim ve indim. Korkunç bir kavga çıkabilirdi hatta dayak bile yiyebilirdim çünkü yobaz insanlarla uğraşmak cok zor. Cok üzülüyorum, suan heryer kalabalık, herkes tepkisini göstermeye çalışıyor. Yürüyorum, bir taraftan ağlıyorum. Bizlere cok üzülüyorum...

Unknown said...

teklifimi tekrarlıyorum. parti kur gençlik kolları başkanın olayım :)