"Kıyamet bu patinin altında!"
İnsan cinsiyle geçirdiğim 33 sene, onca gözlem ve izlediğim
onlarca belgeselden edindiğim bir fikir var ve bunu siz insanlıkla paylaşmaktan
çekinecek değilim:
- Hanımlar, beyler, maalesef yanlış geldik.
Şimdi "insanlık" dedim ama kimse kendini dışlanmış
hissetmesin. Aranızda kediler olabilir, uzaylılar olabilir. Dahası bu ikisi
aynı şey olabilir. Şu noktada kimseyi parmakla gösterecek, “Bu bizim köyden
değil” ispiyonlayacak halim yok. Maksadım belli; yanlış gelen insanlığa
“Arkadaşlar burada bekleme yapmayalım” çekmek.
Peki "Yanlış
geldik ne demek? İzah edeyim efendim; insanlık olarak evrimde şıçtık. Ne ara
becerdik, nasıl muaffak olduk tam bilemiyorum, çünkü her şeyi ben bilemem. Lakin
tüm canlılar hayatta kalmak için evrimleşirken, hayatı s.kip atmaya yönelik
gelişen bildiğimiz tek bir tür var. Kim o? Çok doğru bildiniz, insan.
Şimdi oturup BBC, Neyşınıl Ceografik’ten edindiğim "Sinek
kuşu gagayı şu şekil sivriltmiş, yok efendim balinada leğen kemiği varmış zira
yemek için karadan denize inmiş" geyiklerini yapmayı, yazıyı tabiatın gücüyle
desteklemeyi ben de bilirim. Konuyu dağıtmamak adına kendimi tutuyorum. Sadece şunu belirteyim, hem izlemeye hem yemeye doyamayacağım canlılardan
birdir ahtapot. Hatta bazı ahtapotları sorsanız bana halamdan, eniştemden yakın.
İnsan halasını ızgara, haşlama, hatta salata yapar mı? Çiftlik halası değilse,
neden olmasın?
Konu ansızın dağıldı ve işin aslı anlatmak istediğim yerin
yakınına bile gelemedim. Atımı bilim ve sosyal gözlemin kol gezdiği düzlüklere
sürmek istiyorum, olmuyor. İnsan olarak yanlış evrimleştik de ne oldu? Bunun
cevabının verilmesi gerekiyor.
Şöyle oldu; bok gibi.
Biz kendini, hatta kendiyle beraber tüm insanlığı, hatta
yetmez tüm dünyayı, o da kesmezse kainatı yok etmeye yemin vermiş bir tür
olduk. Yemin vermeyenlerin aklından da günde en az 5 kere geçiyor bu fikirler.
Yok et, parala, parçala, talan et, devir, lime lime et, at gitsin...
Ne bir yunus, ne bir fil, kendi türünün sonunu böyle şevkle
beklemez. Memeli olmayanları zaten hiç açmıyorum. Onların işi gücü var olmak.
En kendi canından geçmiş hayvan bile, diyelim ki üreme
mevsiminde nehirleri tersine tersine gidip de yumurtladıktan sonra ölen bir somon,
aslen yine türüne hizmetin derdinde. Cansız bedeni önce yeni nesillere, sonra da
oradaki suyu emen ağaca bitkiye gıda oluyor. Hayat, her parçasında kendini devam
ettirmek için dahiyane yollar buluyor. Bi tek bizler, yani skimsonik insanoğlu,
doğaya gıda bile olmayan ölümleri, meziyetten sayıyoruz.
Birbirimizle savaşıp, ölenleri onurlandırıyoruz. Şehirleri
talan edecek, etkisi kuşaklarca geçmeyecek silahlar geliştiriyoruz. Silahlarımızla
gurur duyuyor, hatta onları çıkartıp seviyoruz. Kimler yaşasın, kimlerin soyu
tükensin ve hatta kimlerin tohumu kurusun, en çok biz biliyoruz. Bazılarımız manyağın ısrarcısı
çıkıyor; öldürmeyi meslek ediniyor. Onların kimini seri katil diye
hapsedip, bazısını lider diye takip ediyoruz.
Kıyamete inanıyoruz, inanmakla kalmayıp kıyameti
arzuluyoruz. Kendi küçük zavallı bencilliğimiz içinde, "batsın bu dünya" diyoruz. Boktan ve ucuz sebeplerle kendi bireysel dünyamızın battığını düşünmekten de geri kalmıyoruz.
Hatta buna inanıp ilaçlar yutan, gazlar içen, köprülere çıkıp kendini
boşluğa bırakanlar da bizleriz.
Bence ve aslen, intihar eden balinaları felan hep biz gaza
getiriyoruz. Artık hayvanatın suyuna ne katıyorsak, huzursuzluğumuzu, ölüme olan
tutkumuzu, gezegenin kanına zerk etmeden gün geçiremiyoruz. Belki de ne kadar
zararlı olduğumuzu içten içe bildiğimizden, kendimizi yok etmeye çalışıyoruz.
Yazıktır la, yaşamaktan ne kadar da yorgunuz.
Dile kolay 70 bin yıl, evril evril yine iki gram rahat
edeme. Yerler ayağına batsın, soğuklar tüysüz cildini berelesin. Miden de öyle bir
narinleşsin ki, eti otu çiğ yiyeyeme. İş değil şu evrim, beyler bayanlar.
Basbayağı yanlış
geldik, dönemiyoruz.
***
Halbuki evrim şöyle olabilirdi; tükürüğümüz yaralarımızı
iyileştirebilir, kopan yerlerimiz tekrar çıkabilirdi. Makinalara ihtiyaç
duymadan hızlıca hareket edebilir, diğer canlı türlerini dinleyip
anlayabilirdik. Suda, karada ve havada yaşamamız daha rahat olmalıydı bi kere,
soğuğu sıcağı bu kadar da kederle tatmamalıydık.
En fenası da, bu bilinç ne amınko
insanoğlu, bu bilinç ne? Algının kapılarına takoz sıkışmış adeta!
Ezik gibi 5 duyuyla takılıyoruz, onun da ne kadarını duymaktayız şaibeli. Köpekler duyduğuna güler, kuşlar gördüğüne, o denli çapsız
yeteneklerimiz var. İnsan 70 bin yılda bir takım hisler geliştirmez mi lan? Başka bi
boyut var mı? Zamanın katmanlarında neler oluyor? Canla cansızlık arasındaki geçiş
nasıl? Enerjiler nerden geldi, nereye gidiyor? Pihuuuu.
Bakma öyle yüzüme bön
bön insanoğlu, hele cevap ver? Sana her şey niye hala muamma?
Şimdi diyorlar ki 21 Aralık’tan sonra başka bir devire
geçilecekmiş. Olabilir. Lakin o geçiş evrenin yaşıyla doğru orantılı
olacağından o kadar uzun sürer ki, insan ömrü, hatta tarihi, onu gözleyip
anlamlandırmaya yetmez. Belki de yeter, şimdi tam bilemedim. Daha iyi kayıt
tutmaya başladı insanoğlu, herkeste bi kameralar...
***
Lafımı şu şekil bağlıycam, insanlığın kıyameti göklerden
gelmeyecek, içten patlamalı olacak, o kesin. Boşuna elin göktaşını, uzaylısını
töhmet altında bıraktınız senelerdir. Ne ettiysek kendimize edeceğiz. Gezegeni çöp eve çevirdik, kısmetse başka gezegenlere gidip, oraların da karbonunu belleyeceğiz.
Ya da belki, hani bana küçük bir ihtimal gibi geliyor amma ve lakin, bir noktada olması gereken yöne doğru evrilmeye başlayacağız. Olması gereken, hepimizin içinden geçen aslında. Ruhumuz nereden geldi, nereye gidecek bileceğiz. Canlıların hepsiyle bilincin içinden sızdırarak iletişebilecek, haliyle artık öyle kolayca öldüremeyeceğiz. Ya da daha iyisi, hayatı, neden var olduğumuzu daha iyi anlayıp, kıymetini bileceğiz.
Evet bugün 21 Aralık, Maya'nın duasıyla yaşamadığımız için, takvimiyle de ölmedik.
Bu gece İstanbul'da her tarafta konserler var; dünyanın sonuna müzikle, dans ederek ve el ele girmek de bir kafa, güzel kafa. Siz neyin kafasına koparsınız bilemem. Tek dileğim, yarın uyandığımızda, hepimizin içinde geleceğe dair ufacık bir heves...
Sonra kısmetse, yolunu bulur herkes.
Biterken,
ocakta yemeğim var kardeş, hızlısından bitsin bu iş. bana meraklı varsa, daha üj bej gün buralardayım. sonra dağa geri kaçar. dağ çok güzel, siz de gelsenize.
8 vatandaş cevab hakkı kullandı :
Blogunu yeni farkettim, etkileyici yazıyorsun... Takibe aldım...
http://www.youtube.com/watch?v=smFWryft0ds
Fantastik olmuş. Güzel olmuş.
önce bi kendimize bakalım. manitayı kollayacam diye yorum sansürlememeyi öğrenelim. sonra insanlık hakkında atıp tutalım. senin tayyodan ne farkın var? sezyumun öğrencisiyiz tabi. kendine demokrat.
@varol döken o ne ya abiii:)
@bahadırben senin derdin benimle değil, deniz ile, kaan ile. niye gidip onların bloglarına yorum yapmayı denemiyorsun? gerçekten niye burdasın?
yorumunu sansürlediğimi söylüyorsun. o yazdığın şeylerin benimle, blogumla, yazımla alakası yoktu. ben senelerdir bu bloga emek veriyorum, yazı yazıyorum. niye benimle zerre alakası olmayan atıp tutmalarına, gerçekten bilgin olmayan konularda yaptığın yorumlara ve eşime dostuma hakaretlerine burada yer vereyim?
ayrıca deniz alnıtemiz'in de, kaan sezyum'un da fb'si var, twitterı var, blogu var. onlara bir diyeceğin varsa git, oralardan bildir, neden burası, neden ben?
nedenini söyliyeyim. ben sana daha ulaşılabilir, daha kolay lokma görünüyorum. benim moralimi bozmak, beni sinir etmek daha kolay. onlar seni sklemediler, sklemeyicekler. oysa ben sabahın köründe, akşamdan kalma halimle sana cevap vermeye çalışıyorum.
heytırs gona heyt bahadır. senin için üzgünüm. ama o kadar da değil.
Laf çevirmekte iyicenesiniz. Politikacı olaydınız ya deniz hanım. 1- Ben kendilerine önceden yazdım merak etmeyin. İyi ve kötü eleştirilerimi Deniz beye ilettim. Sezyum ise dünyanın en önemli insanı olduğundan ünlü olmayan kişilere cevap yazmaya tenezzül etmiyor malum.
2- Son yazdığım yorum blogunuzla ilgiliydi. Ve kesinlikle hakaret içermiyordu. Şovunuzla ilgili kısmı ise sezyuma bir eleştiri idi. ve eş dost balonu cümlesi vardı. eğer buna eşime yakınıma hakaret ettiler a dostlar diye feryatlar edip sansür ediyorsan. kusura bakma sen her gün eleştirdiğin o tayyoyla falan aynı kumaştansın ablacım.size demem oydu. sen demogojiye devam ediyosun tabi alışık olduğun üzere. yalan dolan devam edin. bebelere balonsunuz anca. eyi günner.
Tam da yazınızın "İsmail; Daniel Quinn" kitabını hatırlattığını ve beğenimi yazma niyetiyle yorumları açtığımda -bebelere balon- yorumuna kadar okuyup dumura uğramış biri olarak, aklıma o eski deyiş geldi. Derler ya; söylediklerin karşındakinin anladığı kadardır diye... Durum bu işte. İnsanız ne yapalım.
Bu zamana kadar blogdaki, dergilerdeki yazılarını okuyup da Deniz in "tayyo" ya olan inanılmaz benzerligini kesfeden herkes için bir ilmihal olsun diye yazıyorum, işte kimsenin farkedemediği Deniz-Tayyo arasındakki on fark!
-Deniz, politika okulunda teorik de deseniz okumuştur, Tayyip Kasımpaşa sporda yıldızken, "Hoca" izin vermediğinden politikacı olmuştur
-Deniz, işi varsa uyumaz yapar; Tayyo işlerini teyemmümünü alıp, uykusunda da layıkıyle çözer.
-Deniz insanı ayakta tanır, ayakta sever, Tayyo insanı sevmeye zeminden başlar -ama sever.
-Deniz, içki bulunca sokağa koşar, Tayyo içki bulunca bi lavaboya gider gelir. (habercilik gunlerimden alintidir)
-Deniz, köylüyle sebze muhabbeti tutar, Tayyo korumasına "bana kadar gelemesin" buyurur
.....
Valla zorladım zorladım, farklarınızı düşündüm lakin 10 a gelemedim deniz, içime türlü alametler ve kuşkular düşmedi değil...
(yoksa!?)
Post a Comment