
Fatma Algül 1926 yılının kimsenin hatırlamadığı bir ay ve gününde, Selanik civarında dünyaya geldi. İş bu sebep, ömrü boyunca hiç doğum günü kutlamaması, yine kimsenin tuhafına gitmedi. 7 aylıkken annesini kaybettiğinden, Kuru Nine'yi meçhul bir zaman anne bilen Fatma, çok geçmeden üvey ana ve üvey kardeş gibi kavramlarla tanıştı.
Çocukluğunu kah İzmir yangın yerlerinde babasının dayaklarından kaçıp saklanarak, kah zeytinyağı damlatılmış dilim ekmek için ağlayarak geçirdi. 5 yaşında Manisa olduğunu tahmin ettiğimiz bir çiftlikte bataklıkta yüzmeye çalışırken, sülük saldırısına uğradı. Kuru Nine'nin tuz döküp vücudundan ayırdığı sülükler geriye sıtma bıraktı.
Kızın sıtmasını geçirmek için doktora götürmekten ziyade, o zamanlar çok daha popüler yöntemler olan "bileğe okunmuş ip bağlama ve kulağa kızgın yağ dökme" ile tedavi edildi. Bu tedavi ileriki yaşlarında, torunlarının taktığı bilekliklere "Hayrola sıtmanı mı bağlattın?" diye sorma, lakin cevabını pek de duyamama sonuçlarını doğursa da, öldürmeyen Allah öldürmedi, Fatma yaşamaya devam etti. Bazı günler tütün mağazasının önünü süpürürken sıtması tutar, büyük bir ağacın dibine çöküp, öyle bir başına titrerdi.
17 yaşını bu şekilde gören Fatma ilk okul okumadı, 5 yaşından itibaren İzmir Basmane semtinin seçkin tütün mağazalarında işledi. Bi kere denize gitti, boğulur gibi oldu ama biri tekme atınca başı sudan çıktı, gene ölmedi. Yaş 17'de yatılı olarak girdiği Fransız hastanesinde, hastabakıcılık öğrenmeye başladı. O esnada okumayı söküp, ilk maaşını babasının eline eksiksiz saydı. İkinci maaşının bir kısmıyla ömründe ilk kez, ayağına altı tahta olmayan, hastanede tak tuk ses edip, hastaları uyandırmayan bir çift lastik pabuç, bir de pardösü alabildi.
Fatma deniz yeşili gözlü, sarı saçlıydı. Lakin o vakitler kara kaş, kara göz daha makbul olduğundan, ne hokkacık burnu, ne inci dişleri, mahallelinin kendisine yakıştırdığı "kız yalanmış" ismine engel olamadı. Öte yandan talipleri de yok değildi ha; bir talibi yılbaşı akşamı Fatma'yı Fuar'daki Ada gazinosuna götürdü. Fatma ilk kez bira içti, sarhoş oldu, sabah talibiyle uyandı. Eh o vakitler "karı koca olmak", hele de öksüz yetim kızlar için, böylesi kolaydı.
Beyi Fatma'dan 3 çocuk yaparken, kumar ve alkole para yetiştirmek için "Uyuyan çocukların üzerinden yorgan alıp, götürüp satmak" gibi enteresan yöntemler deniyor, ama yukarıda Allah var, Fatma'yı zinhar çocukların önünde dövmüyordu. Sadece bir 4-5 sene evden dışarı salmadı. Sabahlardan bir sabah Fatma, önceki gece dövülüp de bayıldığı yerden kalktı. Aynaya bakınca kendinden korktu. "Aneem, bu adam bi dahakine beni öldürür" panikledikten hemen sonra, bir cesaret 5 yaşındaki kızını, kundaktaki oğlunu ve keçisini alıp, evden kaçtı.
Sokağa çıktığında, büyüdüğü mahalle öyle değişmişti ki, az daha yolunu şaşıracaktı.
Fatma 3 çocuğuyla henüz 30'unu bulmadan dul kalınca, hastabakıcılık mesleğine geri dönmek istedi. Hastaneden iş çıkmayınca evlere iğneye giderek, ki eli çok ama çok hafifti, efendime söyliim, Kuru Nene'den kalma altı dükkan üstü tek göz odalı evin alt katında işçilere yemek yaparak ekmeğini kazandı. O ara sanırsa, bir arabacıya sevdalandı. Sevda nedir bilemediğinden bilenlere sordu, "Yok" dediler. "Bu adam iki gün geçmez kızına sarkar." Fatma "Hee" dedi. "O zaman sevdalanmamışımdır."
Gel zaman git zaman, Fatma'yı iğneye gittiği evlerden birinde görüp beğenen çıktı. Ali Aga hem karısı, hem de metresi olan, gazoz fabrikası ortağı, yüzü benli, göbeği katmerli sevimli bir çingeneydi. Yine Fatma'nın efendiciğine söylileylim, sanırsa metres hastalanmıştı da, Fatma imam nikahıyla onun yerini aldı. Bir de Ali Aga'dan pırıl pırıl bir oğlan yaptı. O oğlunu ileriki yıllarda Ankara ODTÜ'de okutmak için, yine deliler gibi çalışacaktı.
Fatma'nın kızı bir takım yeni entari, iki parça bilezziği gördü, görmedi, bizim Ali Aga bir düğünde göbek hoplatırken, küt diye kalp krizinden gitti. Oğlunu nüfusuna kaydettirmişti kaydettirmesine lakin, Fatma o mel'un avukatlar yüzünden beş kuruş miras görmedi. Avukatlar Ali Aga'dan kalan mor binlikleri alıp alıp gittiler. Fatma hasta bakmaya, yemek yapmaya, 4'leyen çocuklarını bir başına bakmaya devam etti.
Bir ara kanser oldu, tek memesi alındı. Bir ara araba çarptı, tek ayağına boydan boya platin takıldı. Çocukları büyüyünce çok şükür, torunlara da bakmayı ihmal etmedi. Hatta oğullarından birinin borcunu ödemek için, - babası gibi içkici bir oğlu bulunmaktaydı- 70 küsur yaşında geçirdiği kazaya kadar, çocuk bakıcılığıyla para kazanmaya devam etti. Kendi değimiyle çocukları balık gibi yapmak, denize götürmek, parkta oynatmak en sevdiği hobileriydi.
Fatma'nın 85 senesinde İzmir Bostanlısı'nda kendi evi oldu. Yaprak sarma, nohut pilav, araka, paça ve Mc Gavyer stili teflon tavada pişirdiği üzümlü kurabiyede uzmanlaştı. Soranlara "Yaşlılık güzel şey be" derdi. "Kendimden gayrı kimseye bakmak zorunda değilim, valla rahat ettim."
Ben Fatma'yı 5 aylıkken tanıdım. Ankara'ya bana bakmaya gelmiş, annem kafamdaki üç beş tüye kurdele takmış da, beni anasına pamuklar içinde takdim etmiş. Abimin güzelliğine tav olan Fatmacığım bana bakıp "Ayol bu kız taslak!" diyivermiş.
Tüm taslaklığıma rağmen, Fatma beni köfte pattizlerle, salçalı tostlarla, içine sıcak suda eritilmiş şeker katılı ve vitamini kaçmasın diye ağzı çay tabağıyla örtülmüş sıkma mandalin sularıyla besledi. Bazen balkonda leğende, bazen de sırtına attığı gibi götürdüğü Çeşme Ilıcası'nda yüzdürdü. Ergenliğimde evden kaçıp, 2 sokak aşağısındaki evinde kalırdım da annem, "Sen bakma şimdi böyle, pamuk gibi olduğuna.." laf çakardı. "Ben çocukken ne despottu ooo. Evin tahtalarını sildiğimde, çıplak ayak dolaşır, ayağına toz geldi miydi, dayağı basardı." Tabi ki bu annemin beni eğitmek için attığı bir hurafeydi, çok da ciddiyetle dinlenmedi.
Fatma Algül ile ilgili söylenebilecek daha pek çok ilginç ve şahane şey vardır sanıyorum. Ama o kendini anlatmayı pek sevmediğinden, ben çoğunu bilmiyorum. Bildiklerimden en güzeliniyse sona sakladım.
Hayatım boyunca tek bir kez, ne Fatma'nın ağladığına, ne de hayattan şikayet ettiğine tanık olmadım.
Ben canım çok sıkkınsa annemi ararım, o bana kendi annesinden örnek verir.
Fatma'nın dirayetinden, hayattan keyif almayı bilişinden, nasıl dikkati bakıp, nasıl yumuşakça gördüğünden bahseder. Böylece üç kuşağın en kifayetsiz, en ağlak, en tatminsiz kadını olduğum konusunda mutabık kalır, ferahlamış bir biçimde telefonu kapatırız.
Bugün 9 Temmuz, benim doğum günüm.
Tüm gençlik yıllarımın aksine, hüzünlü, huzursuz, tatminsiz değil, neredeyse mutluyum. (kıçını kaşı, dilini ısır kombo) Üstelik artık aramızda olmayan canım dostum Selii'yi düşününce, "Ondan 2 sene fazla yaşadım. O iki senede nele neler gördüm. Çok şanslıyım lan." diyorum.
Hülasa sayın okur, 33. yaşımın ilk gününde, Fatma Algül, nam-ı diğer aniçkodan bir tutam genetik, kendim için en temel dileğim.
Koca kız oldum, artık gerisini ben hallederim.
Biterken,
Bir doğum günü yazsında daha beni okuduğun için mille merci canım.
Gene beklerim.
19 vatandaş cevab hakkı kullandı :
elini saygıyla öpüp, kendime gelene dek kalemimi dinlendiriyorum. pirimsin, başımın üstünde yerin var.
iyi ki doğdun.
sende bu yetenek oldukça sırtın yere gelmez, kimse seni hayata küstüremez merak etme. eminim anneannen de böyle düşünüyordur.
Heyecanla okudum. Dirayetli kadınlardan hep ilham almışımdır şimdiye dek. Bu lanet pazartesinin ilhamı da Fatma Algül oldu.
Nice mutlu yıllara ;)
"Neredeyse mutluyum" son zamanlarda gözüme çarpan en güzel söz olsa gerek.
Ne tatlı bir koca kızsın, doğumgünün kutlu olsun!
Okurken çok güldüm :) "zamane insanı" demeden duramadım. Bazı şeyler ne kolay, bazı şeylerse ne zormuş o zamanlar...
aniçkodan gen almamış olsan dünyaya bu kadar renkli bakıp üstüne bi de yazabilir miydin??
mutlu yıllar olsun!
aniçkodan gen almamış olsan dünyaya bu kadar renkli bakıp üstüne bi de yazabilir miydin??
mutlu yıllar olsun!
ne güzel bir hikaye, ne de güzel iz bırakmış belli ki. doğumgünün kutlu olsun, nice mutlu (neredeyse mutludan ziyade) yaşlara.
anickoda bu dirayet varken genleri oldugu gibi transfer olmustur sana kesin, merak etme. tanımıyom ama cok seviyom seni. hatta anneanneyi de sevdim. bir de su var: ben de senin gibi seyler soyleyebilmek istiyorum kaybettigim can dostumla ilgili artık. kafamı açtın (iyi anlamda), nice yillara, yaşa varol...
demet
çok güzel bir yazı olmuş, mutlu yaşlar...
Iyi ki dogmussun Deniz Ozturhan!
Belki benzer sartlar olsa sen de Fatma Algul gibi dirayetini ispat ederdin, bence o hayatlara dogmadigimiz icin simariklik yapmak arada da depresif takilarak o simarikligi pekistirmek cok yerinde bir davranis :))
Çok güzel bir yazı.Doğum günün kutlu olsun..
Doğum günün kutlu olsn Deniz!!hep çok mutlu ol inşallah,bak koca kız oldun üzülme artık eften püften şeylere :)
Benim annemin de hayatının bazı yerler Aniçko'ya çok benziyor ve ben de bir kere bile annemin isyan ettiğini,lanet ettiğini hiç duymadım,ne kadar zorluk o kadar mutluluk,ne kadar rahatlık o kadar batarlık oluyor demek ki..
Bu güzel paylaşım için çok teşekkür ederim :)
Ömrün hep istediğin gibi olsun güzel kadın :)
Mutlu yıllar <3
Sevgiler,
Kutlu olsun yeni yaşın. Yaşanmışlıklar... Söyleyecek söz bulamadım, hüzünlü ...
perşembe de benim doğumgünüm, yaşlanıyoruuum korkusuyla dolanırken bunu okumak iyi geldi. evet neredeyse mutluyum...
DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN DENİZ :)) ANİÇKON GİBİ TORUNLARINI GÖRESİN !! BENCE İLERDE ONLAR DA SENDEN, SENİN ANİÇKONDAN BAHSETTİĞİN GİBİ BAHSEDECEKLERDİR, HİÇ ŞÜPHEM YOK :)))
Hayatımdan bir kaç şeye rastladım yazınızda. Sanırım geçmişler pek benzer, anneanneler çok kaderdaş.
Nice mutlu yıllara, uzun yaşlara...
Ayşegül
çok duygulandım ama tek tek cevap vermeye elim gitmedi. sanki böyle iyice yavşıycam, şımarcam gibi geldi.
herkese çok veri maç teşekkür ediyorum, bağrıma basıyorum, koynumda gezdiriyorum.
işte öyle bir şey.
Biraz geç oldu ama doğum gününüz kutlu olsun :)
Post a Comment