Adalet Ağaoğlu'nun Bir Düğün Gecesi adlı romanı bir otobüste başlar. Solculuktan verim alamayıp nihiliste bağlamış geçkin bekar kızmız Tezel, aile düğünü için yola koyulmuştur. Bir yandan çantasına tıkşırtırdığı buruşuk gömlekle etekliğe, öte yandan düğünde bir araya gelecek, 70ler Türkiye'si sosyal sınıflarının her birine, roman karakterleri üstünden yardırmaktadır. Zaten ilk cümlesi, ara ara duvara yazmak isteyeceğimiz yollu olur; "İntihar etmeyeceksek, içelim bari".
Romanı ilk okuduğumda, bir gün ucundan Tezel'lik yapacağımın bilinciyle, çarpık bi gülümseme yerleştirmiştim yüzmün kenarına, yaklaşık 10 yıl önce. Geçen Cumartesi sabahın 4'lü bi vaktinde, çakırkeyf ve fonda Ajda- Uykusuz Her Gece çalarken, Sabiha Gökçen'e doğru yola çıktım. Gazinatep'te mevkii sahibi birlerinin oğluna varacak, en küçük kuzeninim düğününe katılacaktım.
Bi Gezi Güzergahı Olarak Gaziantep
Şimdi yukarda Allah var, Gaziantep baya modern bir kent. Üstelik bize oldukça sıcak davrandı. Sıcak derken gölgede 52 dereceden ve güneşte kamçıdan bahsediyoruz. Ama kentte bi sürü mesire yeri var, ilkimi kuruyken nemlenmiş bu vesileyle, zira tüm ağaçlık alanlar insan yetiştirmesiymiş. Bol bol top akasya ve tabi ki fıstık ağacı var. - algıda bitkicilik-
Kentin eski dokusundan çok bişey kalmamış. Kale çevresinde bikaç güzel ev var. Bey mahallesi restore edilmiş, orayı görmek lazım. Mimari ayrıntısı olarak "Kastel" diye bişey öğrendik biz. Şehirde su çok az ve kıymetli olduğundan, onu uzaktan yeraltı kanallarıyla taşıyorlar yüzyıllardır. Bazı cami ve evlerin altına da, bu yer altı sularının havuzlandığı, çimilen, çamaşır yıkanan ve buzdolabı olarak kullanılan mağralar yapıyorlar. 52 derecede öyle bi yere inince çok iyi hissediyosunuz tabi ki. Tütün hanın altında bi tane var mesela, Pişirici kasteli.
Yemeni: Şehirde en satın alınası şey baklava değil, bu deri, el yapımı, yöresel ayakkabılar. Hardaldan bebek mavisine a-acaip renkleri olduğu gibi, hani nasıl diyim, benim giydiğim en rahat şey. Yoga yaparsın, o denli yok gibi. Terletmiyo, kokutmuyo, vurmuyo, kaymıyo, kendisine aşığım ve 2 tane almadığıma pişmanım. (Gerçi ben almadım, annem satıcı amcanın eline 40 TL sıkıştırdı, oldu bitti pazarlığı. Normalde 50)
İmam Çağdaş: Şehrin en bilindik kebapçısı, ben simit diye bi köfte yedim, içinde fıstık vardı. Şimdi Vedat Milor gitse kesin dicek bişey bulur, bence lezizdi herşey. 3 kişi 55 lira gibi bişey tuttu, ben bi de kuru baklava paketlettim, ki konu baklavaysa fıstıklıyı ve kuruyu benimserim tarz olarak. Sonra Burcu bi oturuşta tüketti malzemeyi. Fotoğraflarda güzel çıkıyo olabilirsin, ama nasıl bi insansın, soruyorum sana Burcu? Misafirlik bu mu, kankalık bu mu?
Zeugma Müzesi: İpek yolunun üstüne, son derece modern bir binaya Zeugma mozaiklerini yerleştirmişler. Parçalar çok çok güzel. Sene milattan sonra 3 yüz felan, Zeugma desen Roma'nın olabilecek en taşra yeri, lakin hakikatten çok şık bir hayat yaşamış piçler. O nasıl ev ki, havuzunun tabanında öyle bi mozaik var? Ev içi havuz ne bi de? Hayır mozaik dediğin de baya Fırat'tan çıkan taşlarla tablo yapılmış. Ben açıkçası hep şunu merak ediyorum; Anadolu betebe ile kilim deseni noktasına 1700 senede nasıl geldi? İlerlememiz gerekmiyo muydu bizim, evrim felan?
Düğüne dönemiyorum, ne de olsa aile düğünü, kol kırılır, yen içinde kalır misali, dedikoudusunu yapmak hoş değil. Lakin şöyle izah edeyim; protokol ayrılana kadar içki servisi yoktu; baklavaya, meyveye dadandık. Tabi ben çok kurtlandım, koordinatlar hesaba katıldığında, olabilecek maksimus dekolteyi de yapmış olmanın gazıyla, havuz çevresine yığılmış devlet erkanı çeleneklerini fotoladım.
Rakı gelene kadar zaman o kadar yavaş aktı ki, bi ara "Ah Belinda" misali, 80ler sanat filmine ışınlandım sandım. Zaten rakının 2.ci dublesinden ve sahnede topukluyla halay/göbek performanslarımdan sonra, coolluktan taviz vermeyen anne babam tarafından otele teslim edildim.
Otel odalarının üstümde tuhaf bi etkisi var, daha yalnız, daha özgür, daha ben. Oda kokmasın diye götümü pencere pervazına yerleştirip, yaktım bi cigara afedersiniz. Gazinatep kalesine karşı çıkardım yeşil kaplıyı; bi iki cümle, bi iki nefes, neşeli, hüzünlü ortaya karışık. Hayata hiç bakmadığın bi yerden bakmak sanki.
Belki pırlantalandırılmış, şaşalı bir gelinin neşesini hiç tadamayacağım hayatta. Ama o eski değişi bilirsiniz. Yazı tura attığınızda, para tam da havadayken, ne istemediğinizi tam olarak bilirsiniz.
Para şimdi havada ve neyse ki, Tezel kadar umutsuz değiliz.
Biterken,
Dün Vanlav sahnesindeydim ve çok stres yaptım çıkmadan. Baya ömrümden giden ömrü, sahneden indiğimde yaşadığım neşeyle geri kazanabildim mi, emin diilim. Şaka lan şaka, kazandım tabe. ehehe.
Kısmet şovun diğer marifetleri için beni twitterdan takip edebilir, hatta ısrarla menşın yaparak kendinizi takip bile ettirebilirsiniz. twitter/yanilgi
4 vatandaş cevab hakkı kullandı :
off off you made my niyt yaa, teşekkürler bu kadar güzel yazdığın için.
"içmek her akşam tekrarlanan, ve sabaha hayata dönebileceğiniz intihar şeklidir." charles bukowski
not: ergen değilim, yıllardır bukowski okuyoruz kardeş, yanlış olmasın!!!!
Blog hayatının erkeği arayışıyla başladı, bambaşka ilerliyor. Güzel yazıyorsun.
Şovunuzu izledim, medeni cesaret örneği olarak çok güzel, vefakat doğal olarak biraz amatör. Yine de misal Seinfeld'in ilk bölümlerinden evrilip geldiği hali düşünelim, geleceğe umutla bakalım.
Yazdığın için teşekkürler.
hararetle takip ediyoruz ki "arada bir soğutmalı" diyip; vazgeçmeyiniz yazmaktan.
twitter'ı takip etmeden de gösterilerden haberimizin olacağı bir ara formül icat edilse de havamızı bulsak.
Post a Comment