- Bugün benim doğum günüm diiil! ağlaştın kolların havada. Bir gün evvel ofise "Bugün benim doğum günüm" şakıyarak girmiştin, güldük.
Sabahtı, Gümüşsuyu'nda sağnak dere olup akmış, seni baştan aşağı ıslatmıştı. Üzerinde hala prenses kollu, eflatun üzeri mini çiçekli, 22. yaş günü elbisen; artık önceki gece mumu nerede söndürdüysen.
O yaz ben Ömer'e aşıktım; o bahtıma düşen kifayetsiz piçlerin ilkiydi. Sen üniversite aşkına mektuplar yazmayı henüz bırakmamıştın; o, birkaç sene içinde evleneceği kızla birlikteydi.
Sen beni ilk kez Pendor'a götürdükten ve Çerkez beyi Ömer bu durumu kıskançlık kriziyle gördükten bir iki gün sonra, beyimiz cebimdeki son parayı ve otobüs biletimi alıp gitti. Bir daha ancak 4 sene sonra Gizli Bahçe'de, yine kız arkadaşı olmayan bir kızla yiyişirken görülecekti.
O yaz neredeyse tüm derslerimden büte kalmayı ve Ağustos'a kadar İzmir'e dönmemeyi başardım. Ömer'in otobüs biletimle kız arkadaşına kaçtığını öğrendiğinde, Beşiktaş üst geçidin altında buluştuk, henüz 1 aydır tanışıyorduk. Sordun; Niye daha önce aramadın?
Sen "Uyku İmparatorluğu"nu okuyordun, ben aşk mektupları yazıyordum ve Galatasaray Hamamı'ndan Çukurcuma'ya inen merdivenlerin dibinde, yıllardır kapalı olan o kafede oturuyorduk. Bir limonata ve bir kapiçinoya yetiyordu paramız; garson çocuk bizi hoş gördüğünden, tüm gün eksik olmuyordu "Bueno Vista"mız.
Çok konuşmaz yazışırdık; başkası yapsa ibnelik derdim. Bir cümle yazıp, yazdığın yeri katlıyor, kağıdı bana uzatıyordun. Bu oyuna eşlik eden paylaştığımız 33'lük biraydı. Saatler sonra kağıt açıldığında, birbirimize cevap verdiğimizi görüp şaşırmıyorduk. Uyku İmparatorluğu'na göre, sokaklarda vahşi hayvanların dolaşması ve bazı insanların telepatiyle anlaşması olağandı.
"Cake" kaseti çalmıştım Kabalcı'dan; "Walk on By"ın sözlerini çevirmiştim sana. Sen, Ömer'in artık oturmadığı evinin önünden geçerken şarkıyı mırıldanmamı ve böğrümden geldiğince acı çekmemi salık verdin bana. O ara ufak bir romans yaşadığın erkek arkadaşın, ibne olduğuna hükmedip Cambaz'ın garsonuna kaçtı ve işin ilginci, ne aranız, ne keyfimiz bozulmadı.
"Cake" kaseti çalmıştım Kabalcı'dan; "Walk on By"ın sözlerini çevirmiştim sana. Sen, Ömer'in artık oturmadığı evinin önünden geçerken şarkıyı mırıldanmamı ve böğrümden geldiğince acı çekmemi salık verdin bana. O ara ufak bir romans yaşadığın erkek arkadaşın, ibne olduğuna hükmedip Cambaz'ın garsonuna kaçtı ve işin ilginci, ne aranız, ne keyfimiz bozulmadı.
Sana bi kez İzmir usulü karışık kızartma yaptım; o yemeği bıkmadan on yıl anlattın. Her seferinde çoğalırdı bir de, sanki yüzlerce tabak kızartma yenilmişcesine. Temmuzda doğma sırası bana geldiğinde, mantar kurabiye eşliğinde fotoğraflarımı çektin; daha sonra pek çok kez olacağı gibi, iyi çıkmadığımı görüp üzülecektin.
İçip sıçıp çapkınlıkta, sabahladık bazı bazı serilip betona. Ayaklarını suya sokmaya ve sokak köpekleriyle konuşmaya, her daim vakti olan çocuklardık. Türlü havalı alışkanlık edinmeye çalışır, olacaktan, gelecekten ve bin türlü musibetten gıdım korkmazdık.
O yaz, hırpani postallarımıza törenle veda edecek, bir zeytinlikte çocuk yetiştirmeyi düşleyecek ve Yıldız Parkı'nın kestaneleri kafaları şişlemeye başladığında, önümüzdeki on yılı, taptaze ama zifir kara yolları, şekillendirecek insanları tanıyacaktık.
Herkesten önceki yazda mektupları, rüyaları ve oğlanları, paylaşacağımız birini bulduğumuz için, kendimizi şanslı saydık.
***
Bu sabah Çukurcuma'da uyanıp, Tünel'e yürüdüm kafamda sen. 3 peynirli sandviçi, geniz yakan şurubuyla kahveyi, ucuna oturunca Kız Kulesi'ni seyredebildiğin yeşil kadife koltuğu sevdim, hiç şikayet etmeden. Çünkü biliyorum, hala şanslıyım; hikayen hala burda, ucunu karaladığın kağıtların hepsini sakladım. Ve en dipte olduğum anda tek bir hatıranla, kendimi cümlesinden ayıklarım.
Ağlıyorum evet ve hava yine bok gibi; inan sorun değil hiç biri. Ölümden değil, yaşamın ta kendisinden korktuğumu anlattığından beri, o yeşil çuhaya dokunduğum andan sarıyorum geri. Bir, iki, üç ve dört ve beş ve diğerleri...
En önemlisi mutlu olmakmış, tam burada ve hemen şimdi.
Biterken,
Hala seni layıkıyla anlatacak kadar iyi bi yazar olamadım. Bu demek değil ki, sıkıldım, baydım. Tekrar karşılaşana dek, bi yolunu bulacağım tatlım.
Öperceler belediyesi adına,
d.
10 vatandaş cevab hakkı kullandı :
benim gibi bir odunu bile dağıtabildin ya helal olsun sana kadın.
kalemine selam çakıyorum taaa buralardan..
bu kız da yazıyo kardeşim.
Bir yıl mı oldu, nasıl da geçmiş...Deniz gibi, derya gibi yazmışsın, ikinizi de tanımayan bir kadını buralarda ağlatmışsın. Güzel uyusun, sen de böyle kal.
Kucaklarım.
bu kız için geçen senede bişiler yazmıştın hatırlıyorum.. kedili cihangir evinin dramını kusmuştun.. ablayı tanımadım, belki denk gelmişizdir falan filan ama geçen sene yazdığında da üzülmüştüm, şimdi de üzüldüm..
bisürüsü gittiler, geriye bizim gibi zibidiler kaldı.. insanları ayırıyorum.. benden çok daha güzel, çok daha mutlu yaşamasını becericek arkadaşlarım vardı..
akyolun dibinde 2 metre kare camekanlı bi yatırda uyuyup sabah işe gelirdi onlar, birbirlerinin sevgililerini sikerlerdi, garip ama konu aşk olunca yataklarında uyunurdu sadece..
içmağa gidiyim ben, damar damar üstüne bişi oldu..
ağlamamam imkansız
harika. tıkandım. kelime bulamıyorum. çok güzel.
bu şekilde bir dostluğu tatmış olmak bile büyük şans artık
yuh, cok guzel yazmışsın:)
bir ay önce en yakın arkadasımı kaybettim. en saglam en cesur, en akıllı, en catlak, en komik arkadasımı. ilk soku atlatıyorum galiba - hic atlatılıyor mu emin de degilim aslinda - "peki simdi ne yapilacak" derken yazına rastladim. "Ve en dipte olduğum anda tek bir hatıranla, kendimi cümlesinden ayıklarım." ikinizi de tanımam ama - tum klişelerin gucu adına- ikinize de sevgilerimi yolluyorum.
demet
Post a Comment