Başlığı atar atmaz içime bi kurt düştü: bu ülkede başbakanın adını, önünde arkasında sayınlı-salavatlı bi ek olmadan kullanmak, yasak olabilir. Dalgın anımıza getirip öyle bi yasa çıkardılarsa hiç şaşmam. Du bakalım, elimde de vişne şarabı var, olmadı kaçarız.
"Hayatımın erkeği, hayatıma en çok tesir edendir" noktasında geldim Receb'ime. Boş gelmedim, sarı lira vereceğim. Almazsa gıdısından öpeceğim. Gelin inkar etmeyelim, kadın erkek çoluk çocuk, hepimizin hayatının erkeği Recep. Tesirini her yerimizde hissediyoruz.
Ama buraya size ondan bahsetmeye gelmedim dostum.
Size devlet kavramının doğuşunu anlatmak istiyorum aslında. Ona atfedilen gücü ilkin, Tanrı'dan alıyor devlet. İşte güneşin oğlu Ra'lar, ölümsüzlüğe mumyalanmalar, dev mezarlar felan. O kafalarda başlıyo bu iş. Başbakan = tanrının oğlu, insanlığın ilk devlet deneyimi bu.
Yunanlar, ki sene milattan önce kim bilir kaç yüz, tarihte ilk kez Tanrı gogoculuğundan bi silkiniyorlar. Devlet gücünü "fri men of spiiç'ten alsın" felsefeliyorlar . Yani kadınlar ve köleler hariç her vatandaşın, devlet yönetiminde kendi söz hakkı var. Açık konuşmak gerekirse, biraz entrikacı ama harbi adam şu Yunanlar.
Demokrasi kavramı icat olunduktan çok sonra doğan İsa ve ilk inanları, "Yeaa biz devlet işiyle ilgilenmiyoruz, olayımız bizim saç - sakal, gruvi stayl" diyorlar Roma'ya. "Sezar'ın hakkını Sezar'a teslim etmek" lafı ordan geliyor.
Lakin İsa çok kalmıyo yeryüzünde; dinin kurumsallaştığı bin küsur sene görüyor dünya. Demokrasi felan nerdeee, pipisinin yerini unutan oluyor. Kilise öyle bi çöküyo ki insanlık üzerine; Reform, Rönesans, anca toparlanıyo Avrupa medeniyeti. Nihayetinde 19. yy gibi Fransız'ın pici "Devlet benim lan!!" diyende, top tekrar halka geçiyor. Başbakan = halkın sözcüsü denklemine geliniyor.
Gerçi siz bunları az çok bilmekteydiniz. Demokrasiyle yönetildiğimizi bildiğiniz gibi. Biz devletin gücünü Tanrı'dan değil, bizzat benden senden, dayı ve amca oğlundan aldığını biliyoruz elbet. Ama bizi yönetenler bunun farkındalar mı? İşte ondan emin değilim.
Uzun Süren Bir Mübarek Ay İçinde Hapsolmak
Ramazan'ı ben hem severim, hem sevmem. Pideyi on numara severim misal, geç saate kadar oturup sürekli atıştırarak, sahur bekleyen sıradan insanları severim. Kendim sofrasına oturmuş değilim lakin, başkalarını keyifle İftar açarken görmeyi, en çok da "İftar sonrası trafiği" severim.
Ramazan'ın sevmediğim yanı dayatmasıdır. Ramazan; sokağıyla, insanıyla "Sen neden oruçlu değilsin?" hesap uzatmaktan imtina etmeyen taksicisi, sokakta içip eğlenen liseli gençleri dövmeye yeltenen mahallesiyle dayatır kendini. 11 ay meme basıp, 1 ay dua dağıtan medyası, tüm vatanı bi masaya toplayan kolası, berikinin içmeyi/öpüşmeyi ayıplayan halası, komple kendilerini dayatma hakkı bulurlar Ramazan'da.
Eyvallah der geçersin, neticede sonunda bayram var; el öpülecek, şeker yenecek, insanlar şık giyinip birbirine gidecek felan. Nerden baksan sosyal hayattır, 70 milyon oturup dizi twitleyecek değiliz. Daha değil en azından.
Sorun şu ki, biz milletçe bi Ramazan'a Lost adasında girdik ve ordan çıkamadık. Orkide morkide derken, kamusallaşan, yasalaşan, devletleşen bir mübarek zaman dilimi içinde saklı kaldık. Şu noktada milletçe yaşadıklarımıza, başka bi açıklama bulamıyorum.
Tüm keyif verici maddeleri bir bir zora koşan, cinsi münasebeti çocuk doğurma maksadına öteleyen, sanatı ucube, sanatçıyı densiz adledip, halkını anasıyla gezmeye yollayan tuhaf bir Ramazan tadı bu. Biz bize sinirlenip, Twitter Facebook'ta gruplar altında yardırıyoruz ama halk rahatsız olmadığından, vatandaşın sesi duyulmuyor sosyal mecralardan.
Çünkü, bilirsiniz işte, siyaset tarihinin en geçerli formüllerinden biridir; bi halkı yeterince uzun süre sefalet içinde yaşatırsanız, elinden yaşam hakkında kadar tüm özgürlüklerini alabilirsiniz. Peynir ekmek bulamayan adam, oturup senin rakının derdine düşecek değil tabi, ya da sanatının, ya da her neyse.
Hülasa sayın okuyucu, 21.yy'ın ortasına geldik yaşadığımız şu rezilliğe bak. Valla bu kadar edebimle yazdım, ikrahım bu satıraymış. Yediğine, içtiğine seviştiğine karışan devlet, devlet değil havlet olur, Sülüman'ın Aleksandra'yı bellediği gibi beller adını.
Büyük bellendik bu Ramazan. Haziran'da, genel seçim gibi, şu uzun sürmüş mübarek aya, artık bi son verelim diyorum.
Biterken,
"Naaptın günlerdir, niye yazmadın piç?" derseniz şunu yaptım baya. Kafeli videonun sonunda, ağzım gtüm ayrı oynuyo.
Hayatımı değiştirmeye bu sefer saçımdan ya da dolabımdan başlamıycam. O saç uzuyo, boya dibi geliyo, kıyafetler giyilip, yıkanıp empriyolar ve ben aynı skimsonik şeyleri yaşamaya devam ediyorum.
Boşadım seni kendim, lütfen nafakamı ver ve uza.
11 vatandaş cevab hakkı kullandı :
epeydir böyle güzel bi yazi okumamistim.. eline saglik!
özlemişim valla lan
başlık çok güzel bir tespit olmuş, okudukça kendimi bir köşe yazarını okuyormuşum gibi hissettim, tebrik ederim.
Recebin isminin onune arkasina sayinli-salavatli ek kullanmayanlar icin daha Silivride cooook oda vardir eminim :) aman diyeyim uzak durmak lazim ;)
Yazi super olmus ellerine saglik, da kendimiz calip kendimiz oynuyoruz gibime geliyor hep, digerleri neden bu kadar da memnunlar hallerinden ben cozemedim...
güzel yazından dolayı tebrik ederim seni. ellerin dert görmesin. yazdıklarından dolayı başına bir işe gelirse ilk ben yakacağım kendimi taksimin ortasında söz.
gerçekten çok güzel bir yazı olmuş kendimden sonra oda arkadaşlarıma da okudum daha da herkes okusun isterdim doğrusu
çok güzel yazı.tebrikler
küçükşey
Bir arkadaşımın paylaşımıyla blogunuzla tanıştım. Kaleminize sağlık!
Oh be... kendim yazmış kadar rahatladım.. ellerine sağlık
çok sağlam yazmışsın tespitlerin de çok doğru. kendi aramızda yazıp yazıp okuyoruz işte, bi değişim olacağından şüpheliyim ben açıkçası bu saatten sonra.
Post a Comment