Çoktandır minik şehirli hikayelerimizin anlatılmaya değer olmadığını düşünüyorum; o kadar çok anlatıldılar ki, o yabancılaşmalar, o kendini toplumdan soyutlamalar, o kaçış özlemleri ve falanlar dahası filanlar. Kırışık aşklarımız, müşterek çıkarlarımız, zamanının ötesinde bedbahtlıklarımız.
Aklıma "1.ci dünya dertleri" görsel serisi geliyor. Ağlayan kahküllü kız "My fride is full, with food that I don't wanna eat" diyor. Öyleyken böyle; bizi, siz gene üzerinize alınmayın da, o ağlak kahküllüye benzettiğim oluyor.
Dün akşam üstü gelenek kabilinden akşam alışverişi için Kadıköy Balıkpazarı'na indim. 16-17 yaşında başörülü ve bir bakışıyla fırındaki ekmekleri tartmayı unutan oğlanları muma çeviren İlknur hanım'dan, 4,5 liraya cevizli ekmek aldım. İlknur'un ayarına destek çıkıp, fırıncı çocuklara dil çıkarttıktan 600 adım sonra, dilenci yaşlı amca "bir ekmek parası" diye seslendi. Ve cebimden çıkardığım, çantamdaki ekmeğin 1/8'i 50 kuruşa, bilseniz ne sevinip, ne dualar etti.
***
Beni kimin ne çaldığı gerçekten ilgilendirmiyor. Hepsi, hayvanlar gibi, apıra sapıra yediler, biliyorum. Çünkü herkesin geleneği başka. Bizimkisi güçlü olunca arsızlaşmak. Öylesine arsızlaşmak ki gözü hiç bir şey görmez olmak. Sadece yemek de değil, apırmak, sapırmak, sapıtmak.
Trilyonlar, trilyonlar, öyle büyük hesaplar ki fakir akıllarımız sıfırını koyamazken, acuzet ağızlarımızda yalılar, altınlar, Ebru'nun dişlek gülümsemesine feda olsuncuklar, şunlar da bunlar.
Bugün sokakta hangi genç kıza sorsam "Kocanız size uçak alsın ister misiniz?" diye, "Ay iviiit!!!<3 i="">" çeker. Biri de çıkıp demez ki, "Ulan ben kimim, özel uçak kim? Özel uçak gibi manyakça bir lükse benim neden, niye, neye dayanarak ihtiyacım olabilir? Ayrıca kocam o parayı nerden buluyor? Bu kadar insan sokakta açken, götümü uçakla gezdirmek neyin nesi?"
Yalnız kızlar değil, üniversite öğrencilerinin %70'inin hayalindeki meslek "Acunluk" olan bir ülkede yaşıyoruz. Karanlığın, bataklığın, hırsızlığın, beline kadar içinde oldukları ayen beyan ortada güçlüleri, neşelileri, üstüne yalı ya da kanal devredilmişleri reyting zirvesinde tutup, can hıraş alkışlayışımız bundan.
***
Gündemi taksicilerle konuşmaya gayret ediyorum. Param artık eskisi gibi her sabah taksiye binmeye yetmiyor, zaten şükür ki mecbur da değilim. Yine de, ülkenin, en azından bu şehrin nabzını yoklayacağınız, "öldü mü insanlık, yoksa yaşıyor mu?" anlayacağınız yerlerden biri taksiler. Elbet psikolojiniz elverirse, neyse...
Geçen Beşiktaş'tan bindiğim Siverekli, bal yeşili gözlü, aşırı fakir ama gür saçları özenle anlına taranmış taksici bana önce "Hepsi yedi, bunlar ekonomiyi düzeltti en azından" dedi. Ekonominin düzelmediğini kendisine bir tünel mesafesinde rahatça anlattım. Mevzu bahis tünelde bir kez başbakan konvoyuna denk geldiğimi, konvoyun 40- 50 araç ve allah ne versiyse masraf boyunca devam ettiğini de lafımın arasına kattım.
Janti taksici bu kez sesini azıcık alçaltarak "En azından ölümüz gelmiyor" dedi. Bu kez, hala ölenlerin olduğunu, insan hayatının ülkede hala ve bir türlü kıymetlenemediğini örneklendirdim. Sadece Kasım ayı boyunca adsız, kayıtsız, taşeroncasına ölüveren 138 işçiden, Gezi'de kaybettiklerimizden, üzerine bomba yağan ve bir de üstüne suçlu olan kaçakçı çocuklardan bahsettim. Bu arada varış noktamıza ulaşmış bulunmaktaydık. Taksici, yine aynı sakinlikle dediklerimi kabul edip, arabayı sağa çekti.
Gözüme bakmaya gayret ile terreddüt arasında gidip gelerek "Eskiden başımıza bir şey gelecek diye otobüsle başka şehirdeki akrabaya gidemezdik, çocukları anasıyla hastaneye gönderemezdim. Şimdi en azından hastaneye gidebiliyorlar." dedi.
Al buyur annem, ne desem boş.
Ben bunu yaşamadım, tatmadım, görmedim, bilmiyorum. Gezi'den beri sadece Moda'da 4-5 ekip aracı bir arada görürsem "Ulan bizi mi almaya geldiler abaca?" diye paranoyakça bileniyorum. Henüz bizi almaya gelmemiş olmaları, az sonra teşrif etmeyecekleri anlamına da gelmiyor elbet. Yine de "devletin sevmediği kulu olma" gerçeğini tüm hayatın boyunca yaşamak, bir tutam, bir pinçik, bir dirhem adalete muhtaç kalmak nedir, bilmiyorum.
Tek bilebildiğim, bunu kimsenin hakketmediği. Haa bir de bunun tek başına bir akp zaferi olmadığını, son 10 yılındaki global değişimlerin kaçınılmaz kıldığı için, hükümetin ite kaka barış süreci yönüne kaydığını biliyorum. Gerçi bunu ısrar edip taksiciye diyemedim. Zaten İzmirli olduğumu da söylemişim, ne o öyle ukalalık gibi...
***
Bana bu gün gelen istifalar yetmiyor açıkçası.
Yarın gelecek olanlar da, hatta Tayyib'in düşmesi, seçimde yenilmesi, yok olması, yetmiyor, yetmeyecek.
O da Acun gibi, bir püripak gerçeğin çocuğu; sistemsizliğin, evrensel adalet değerlerine ulaşamamış olmanın, kendini güç ve para hırsında kaybetmenin, güçlüye paralıya hayran olmanın ve dahası biat etmenin günümüz suretlerinden biri.
Onlar gider, içimizdeki bu devran döner başka adamlara, hatta kadın ve çocuklara aynı rolü oynatır.
Çillerler geldi, Özallar gitti, Menderesler asıldı, Erbakanların ayakları yıkandı, Ecevit çalmadı ama çevresi hiç dokunmadı mı? O da mecburen buna göz yummadı mı?
Eski yazılarımdan birinde tespit edilmişliği var, olsun buraya da yapıştırayım.
"Başına aynı şeylerin gelmesinin nedeni, hep aynı insan olmaktaki ısrarın olmasın sakın?"
Ülke olarak hep dolandırılıyorsak, bu sadece saflığımızdan değil.
Ülke olarak hep birilerinin hakkını yiyorsak, bu başımızda hep kötülerin bulunmasından değil.
Bu toplumun eksiklerinden biri her birimizin içinde, siz yine üzerinize alınmayın ama bende, sende, onda, her birimizde.
Şu saatten sonra durup kominist olalım demiyorum.
Lakin, çocuğu hasteneye gidebiliyor diye halinden memnun olan Siverekli taksiciyi, ekmek parasının sekizde birine tav oluveren dilenciyi, Türkiye'nin ücra kasabalarında, şehir artığı varoşlarında soğuktan ölen bebekleri komple görmeyip, duymayıp, "yar bana da bir özel jet!" heveslenmeye devam edersek, ütenimiz, ülkeyi üzerine yapıp, vatandaşı da böbrek olarak satanımız falan çok olur daha.
Hülasa sadece onlar, hep onlar değil, biz de değişmeliyiz. Hem de mümkünse hızla ve güzelcene değişmeliyiz.
Slogan atıp dağılalım mı?
Kurtuluş yok, tek başına.
Ya hep beraber, ya hiç birimiz.
biterken,
bir halkların kardeşliği yazımızla daha beraberdik sayın okuyucu. ben kendimle sık sık yabancılaşıyorum diye sizin de bana çekmeniz gerekmez. hepinizi mutfakta seviyorum.
şovlara gelin, gelenler büyük temaşa görüyor, sıcaklık duyumsuyor, hoş oluyor.
tarihler, yerler => facebook/kismetsov
ulaaaan, ayın 252i olmuş. ben kesin yeni yıla kadar bişey yazamam. havalı bir kutlama da aklıma gelmiyor. şöle yapalım, size 2 dize turgut uyar hediye ediyim, anlaşalım.
"ben kışın güzelliğini söylerim ne gelirse dilime
çünkü kış bir hazırlıktır soluğuma kıpkırmızı gülüme
nice kırmızı ayaklar gelip geçti o gün katar katar
kış günleri sözgelişi ben bir çöp bile almadım elime."
Halkın Tercihi
-
Simone de Bualemgötünekurbanivoir- Şikago-1954 Şimdi aranızda şaşıranlarınız olabilir; Deniz sen anca dijital reklam, bi de "basılma...
-
Bu yazının sonunda feyk yok. En başından diyelim, harf harf gerçekliğine alışır gibi... Kişisel Yoda'm, eski evimin kadını, küçük kirli ...
-
Hayır, size bu yazıda uğradığım tacizleri, 35 yıllık hayatımda erkek cinsinin zulmüyle, egosuyla ve libidosuyla nasıl imtihan edildiğimi anl...
-
Sovyet Blog'unun çöküşü 90'lı yılların pek çok acaipliğinden biriydi. Bunun yurdumuzdaki etkisi ise çok geçmeden, Karadeniz sahiller...
-
Sevgili başbakanım, Kusuruma bakmayın, başbakanın b'sini büyük yazmadım. Zira son zamanlarda adınızla yazılmak suretiyle baş har...
-
Bir süredir tıpkı ortaokulda inek yıllarımda olduğu gibi kendimi okumaya verdim. Bu inekliğim hatırlarsanız hemen hemen okumayı sökünce başl...
-
Kendimi politik bir insan olarak görmüyorum. Hiç bir siyasi partiye yakınlığım yok. Pek çok resmi ideolojiyi gerekçeli temelinden, p...
-
Ensenin açılmasından mı, biraz Heidi, biraz Amelie, aslında erkek bilinçaltındaki sübyan sevdasından mı ? Bilmiyorum, bilemiyorum lakin bir ...
-
Bu ülkede çok değil bir iki ay önce 27 yaşında bir anne, üşüyen çocukları için saç kurutma makinesini açık bırakıp, yan odada kendini astı...
-
Kuğulu Park'ta in, cin ve bi takım öredekler top oynuyor Tunalı Hilmi Caddesi’nde, gecenin bir buçuğunda, Duman şarkıları bağırarak ...
8 vatandaş cevab hakkı kullandı :
Teyzenin biri pastahaneden içeri girip kasadaki adama akşam yapacağı kabak tatlısı için kaymak almak istediğini ama fiyatını duyunca kulaklarına inanamadığını, onu yerine ceviz aldığını söyledi. Olsun, dedi, ceviz koyarım ben de. Kasadaki kredi kartımla uğraşıyordu, pek ilgilenmedi. Kadın, sadece sizinle paylaşmak istemiştim, dedi ve gitti.
Muhtemelen pastahanedekilerle muhabbeti vardı ve şaşkınlığını/öfkesini bilmelerini istiyordu. Belki içi rahatlamıştır söyleyince ve eve gidip cevizli kabak tatlısını yerken bir daha aklına bile getirmemiştir bu muhabbeti ama benim neden aklımdan çıkmıyor?
Eve her akşam kaymaklı kabak tatlısı götürebilecek parayı kazanmak için çalışıyorum ama ne kabağın hastasıyım ne kaymağın. Bir gün param yetmezse ben de o teyze gibi cevizli yerim kabak tatlısını herhalde. Ama sanırım mesele de biraz burada başlıyor, o tatlıyı cevizli yemeyi kabullendiğimiz sürece kaymağını hep başkaları yiyor. Bize düşen de pastahane kasiyerlerine gidip dert yanmaktan ötesi değil. Çoğu zaman o adam da seni yarım kulakla dinliyor, önündeki müşterisiyle, ona kaymaklı kabak tatlısı yeme ihtimali sunanla ilgileniyor. Peki teyzenin şikayeti/sitemi hepten boş mu? Hayır, değil. O hiç tanımasa da konuşmasına kulak kabartan birileri gece yatmadan önce onun sözlerini düşünmeden edemiyor. İşte sanırım hepimizin değişime kendimizden başlamamız gerekliliğin sebebi de bu. Aynı senin taksiciye gerçekleri yılmadan anlatmaya çalışman gibi hepimiz bildiğimiz doğruları yakınımızdakilere bıkmadan usanmadan anlatmalıyız. Ve elbette yaşantımız anlattıklarımızla tutarlı olmalı. Başka yolu gelmiyor aklıma.
Mesele kaymak mı ceviz mi meselesini aşalı çok oldu çünkü.
herkes yazdı çizd, bu konuda hiç biri bu kadar iyi anlatmadı. deniz harikasın!
şu saatten sonra niye kominist olmuyoruz hakkaten, niye olmayalım? yazının o kısmı toplumun bütün kesimlerine seslendiğinin farkında bir selebritinin konuşması tadında olmuş, yaa tabi ki anarşik filan olmayalım da yaaani bi değişim de lazım bize.
biraz ikiyüzlüce olmuş. kusura bakma.
Öğretmenlerimden bir tanesi çok zeki bir adamdı. Bir gün birkaç parça karton getirdi; bütün dünya haritasını küçük parçalar halinde kesmişti, onları sıraya koydu ve sordu: “Hanginiz gelip onları doğru sıraya yerleştirebilir?” pek çoğu denedi ve başaramadı.
Sadece bir çocuk, kimsenin başaramadığını ve parçaları bir araya getirerek dünya haritasını oluşturamadığını görüp bir parçanın arka tarafına baktı. O zaman tüm parçaların arkasını çevirdi ve bir adamın resmini buldu. Çok kolay olan ve anahtar olan adamın resmini bir araya getirdi. Bir tarafta adam oluştu ve diğer tarafta da dünya haritası oluştu.
Şayet insanı oluşturabilirsek, dünya da oluşacaktır. Şayet biz insanı sessiz, huzurlu, sevgi dolu yapabilirsek ülkeler ortadan kalkacak, savaşlar ortadan kalkacak, tüm çirkin politikalar ortadan kalkacaktır. Ve unutma ki tüm politikalar kirlidir; başka bir türü yoktur.
OSHO
benim kriterim evdeki yardımcı..
önce ne yediler ne yediler dedi..
ebru için ay çocuunun babası dedi..
tvde görünce.. acun ondan yana biz de dedi..
ben yan veya taraf olmanın yeri yok bu takım değil dedikçe..
adam yememiş vermiş dedi..
bakanlar yemeseymiş dedi..
zaten herkes rüşvet verir dedi..
kendi yeğeninin askerliği içi kendi ailesinde yaşananları anlattı..
hiç morali bozulmadı.. çünkü yok..
zaten benim annemden kalan büfeyi neden sakladığımı da anlamıyor..
at bunları ban ben yeni aldım taksitle hepsini yepyeni yaptım diyor..
ve ben o zaman dönüp.. neden aklım var kullanıyorum diye kendime kızıyorum..
gerçekten bana gerek var mı bi daha söyle.. bensiz olmayacaksa.. içimden geleni .. duvara kafa atıp kendimi aptallaştırma girişimimi erteleyeceğim..
sizler için akıllı ve güçlü kalamya gayret edeceğim....
atalet
bu yazının yorumları yazıdan güzel oluyor, çok teşekkür ederim.
sevgili adsız, niye kominist olmayalım?
kominizmin siyasi bir sistem olarak işleyebileceğini düşünmüyorum. rusya'da bile çalışamayan sistemin türkiye'de işleyeceğini hayal etmek bana boş geliyor. kaldı ki bencileyin siyasi sistemler yazılım gibi, peşiden gidilecek - inanılacak akımlardan ziyade. komnist yazılımın ise ciddi şekilde güncellenmeden herhangi bir toplumda sorunsuz çalışabilmesine olanak yok.
yoksa gel sana kusursuz anarşi ve kominal yaşamı savunayım yani, incim mi dökülecek?
''anarşi insan ruhunun varabileceği en yüce noktadır.'' preud-honne bu sözü söylerken içinde barındırdığı paradoksu biliyordu elbet. ya da sartre insan başkasının cehennemidir derken. komünizm ya da başka bir yönetim biçimi değil sorun. insan denen canlının bataklığı. bu bataklığı avrupa soğuk ikliminde elden geldiği kadar kuruttu ama burada iklim sıcak, burada insan çalışmadan kazanmanın çalışmadan rahat etmenin yolunu bulmuş. kim böylesine bir rahatlıktan vazgeçsin ki. hep böyle yapıyorum uzun uzun düşüncelerimi kısa kısa yorumlara iliştiriyorum, dar geliyor. ama uzun uzun da konuşasım anlatasım gelmiyor.
Bu yaşanan tuhaflıklar içinde içimi en çok ferahlatan şey berrak bir zihinle yazılmış şu yazılar. Çok güzel bir yazı olmuş Deniz. Bir şey demeden okuyup geçmenin elvermediği kadar güzel;) Eline sağlık!
Post a Comment