Çeşme'nin İncisi

By | 8/27/2012 8 comments

Bu duyguyu bayat bir nostalji seline, şımarık bir içlenmeye düşmeden anlatmak istiyorum. Bakalım başarabilecek miyim?

Bendeniz Çeşme'nin mehur plajı Aya Yorgi'ye ilk teşrif ettiğimde, 1 yaşımı doldurmamışım. Henüz yürümem olmadığından, "Aya Yorgi'ye 1980 yazında popo bastım, oralara ilk popo basanlardanım" desem, çok da yalan olmaz.

32 sene öncesinin Aya Yorgi'si, baştan aşağı cam göbeği bir havuzcuğun etrafına biraz şöyle, acık da böyle attırılmış servi ve mandalina ağaçlarından, denize yampirik inen tahta bir iskelenin kıyısına konuşlanmış, tahta mı tahta iskemleli bir köfteciden, acemi şoförlerin iflahını kesen, arabanın tekeri denize illaki değerek sonlanan, toz içinde bir yoldan ve denize sıfır taş bir duvarla halktan ayrılmış, çam ve zeytinlerin arasında hayal meyal seçilen bir malikaneden ibaretti.


O denizi hiç unutmadım.

***

Yaşım dört. Çılgın attığım, üstsüz güneşlendiğim yıllar...
Dudaklarım mora çalıp, parmaklarım su böreği kıvamına gelene dek duruyorum denizde. Gün turuncu pembe bir top olup, tepenin ardına kaçmış. Beyaz duvarın dibi serin, koyu gölge. Babam yunus taklidi yaparken annem beni çağırıyor. Yeter artık, karnın ağrıyacak felan diyor. Bense sudan çıkmamak için ;"Şimdiii, denizi son kez kucaklıyorum. Bak denizi öpüyorum anneeaa!" gibi türlü taklalı sevimlilikler peşindeyim.

Yaşım 11; birkaç aya kalmaz boybend dinlemeyi bırakıp, GnR'ye dikey geçiş yapacağımdan haberim yok. Dramatik bir ergen olmanın keyfini çıkartıyorum.
Kışın orta yerine denk gelen bayram mı, seyran mı bilinmez, bir tatil vesilesiyle Çeşme'deyiz. Annemlere "Aya Yorgi'yi görelim" tutturuyorum ki, çok az tutturulabilen, şımarıklığa hiç tahammülü olmayan bir ailenin ergeniyim. Dileklerim -hayırlara vesile- kabul ediliyor, çamurda Allah'a emanet iniyoruz koya. Tuz griden yaprak yeşiline, titreye titreye renk değiştiren denizle bayramlaşıyorum. Boyum kadar mandalina ağaçları elimi öpüyor.

18 yaşıma bastığım sene, siteden kankam, esmer İzmir dilberi Ayşegül'e araba almışlar. O yaz Tarkan teypte, biz ise kliplerden öğrenilmiş cakamızı sata sata, arabanın içindeyiz. Ay bi havalar, bi havalar.
Aya Yorgi'de çok değil, 3 tane beach club var; mandalina altına oturmak bilete bağlanmış, karşı tarafın girişi beleş. Biz parası neyse veriyoruz, voleybol maçı yapıyoruz. Sonra ekipçe suya dalıp, koyun karşı yakasından çıkıyoruz. Kah salınarak, kah gerdan kırarak, artık kafada Pretty Woman'lar mı çalımıyor, rüzgar ıslak saçlarımızı mı savurmuyor, işte o hallerde gidip bara konuşlanıyoruz. İçeceğimiz de bi diyet kola ha; olsun. Biz o bara akşamları takılanlardanız artık. Kolaya para istemiyorlar, biz de zaten üstümüzde para taşımıyoruz.


Aya Yorgi'de Bu Yaz

Artık Babaylon'un bahçesinde ikamet eden, kadim dostum güdük mandalinalarla sarmaş dolaşım gecenin köründe. Ayıptır söylemesi, kayış gibi viski içimişiz. Kafamı kaldırıyorum; gök aynı gök, su aynı su -aslen pek değil- ve ağaç aynı ağaç.
Ama insan, biraz başka.

Bulunduğumuz yerin müziği iyi, dans ederken aman çok hoş. Lakin müzik sisteminden az uzağa yürürsen, dayak gibi kakofoniyle kucaklaşıyorsun. Koydaki bazı mekanlar, "Müziğimi duyan taa İzmir'den kopup gelecek" hissiyatına kapılmış herhal, sesi köklüyor da köklüyor.

Deniz kenarı desen, akşam bambaşka bir çingen bohçası. Biiçkılablardan biri hapishane aydınlatması tercih etmiş, öbürü denize mor ışık vermiş, beriki Japon kerhanesi ile uçak pisti kırması, kırmızı lamba astırmış. Bu ülkede çirkinliği sayıyla veriyorlar, yemin ediyorum. Herkesin yüklü bir çirkinlik istihkakı var.

Bu istihkaka nail olan, koyun ortasındaki malikanenin sahibi zengin aile de sağ olsun, olaylara seyirci kalmamış. Kah alttan ışık verdiği Türk bayrağıyla, kah iyice çileden çıktıklarında açtıkları dev hoparlörleri ve projeksiyonlarıyla, intikamcı bir Dallas parodisi sunuyorlar. Ben olsam 100 koli plastik terlik alıp, sinir bastıkça yan mekana fırlatırdım. Niye, çünkü zengin hayallerimde bile köylüyüm, neyse...

Ertesi gün ortama yüzmeye gittim, o öpmelere doyamadığım denize bi haller olmuş. Koy hala güzel gibi, lakin dibi cam göbeği değil, kirli, puslu bi gölet yeşili. (Şimdi tabi Marmara'nın "Deniz olarak öldüm ben, benimle uğraşmayın" haline, yahut Karadeniz'in "Kardeş, bizim dip ezelden beri böyle. Tektonik bişey, sana özel değil" tavrına alışıksanız, fark etmeniz zor olabilir.) Özetle, yüzdüm ama keyifle değil.

Her şeyin bedeli var/ Güzelliğinin de/ Bir gün gelir ödenir/ Öde Aya Yorgi

Açıkçası, hayatım boyunca gittiğim bir yere insanlar gitmesin, orada eğlenmesin diyemem. Ama şunu önerebilirim; herkesin istisnasız uyması gereken kurallar uygulansın. Hiç ses olmasın, müzik çalınmasın da diyemem. Ama koydaki tüm mekanlar, sistemini öyle bir ayarlasın ki, sesleri birbirine karışmasın.

Misal Sziget Festivali'nde 100bin kişiyi eğlendiren ana sahnenin sesi, hemen arkadaki çadıra, yahut 50 metre ötedeki dj'li başka bir sahneye karışmamayı başarıyordu. Etrafta gürültü kirliliği yok idi. Demek kii, isteyince oluyor, olabiliyor. (bkz: bir önceki yazı)

Sonra o abuk subuk aydınlatmalar... Anladık, klüpsün, şekillisin. Mekanın içinde, ağaçların arasında, barına ister mor ışık bas, ister "Yıl olmuş 2012 ve ben hala..." demeden black light koy. Ama denize ışık vermeyiver be adam. Kibar aydınlatma iz nat roket sayns.

Suyun dibine gelince; deniz yüzülmekle kirlenmez. Ya arıtmalarda bi sorun var ya teknelerde, ya da hepsinde; cidden bilemiyorum. Ama ben işletme olsam açıkçası götüm atar. Hele arazi sahibi olsam, deniz bilimci, su tadımcı artık kimi bulursam, parası neyse getirip baktırırım. Ne yapabilirim? diye sorarım. Gerçi ben işletme olsam sezonu kapatamadan batarım. İyi ki değilim.

Demem o ki, vatanamız aslen cennet.
Bakın bunu hiç bir milliyetçi hislenmenin etkisinde kalmadan, sırf babamın gezdirdiğine hürmeten söylüyorum. Kum, su, ağaç, rüzgar, güneş, bitki... Hepsi güzel, çok şükür. Bizde eksik olan şey, onları insanca, insana servis etme kararlılığı. Kullanırken koruma özverisi. İş işten geçmeden harekete geçme güdüsü.

Biri iyi yapsa, hemen yanındaki sçıp batırıyor, sonra tüm sınıf ceza alıyoruz.
Biz on yıllardır sınıfça cezalıyız. Artık iyice azıttık, iflah olmuyoruz.


Biterken,
İstanbul'a sonbaharın ilk yağmuru hayırlısıyla düştü. onca bikbik ettim lakin hafta sonu, babaylon'da festival var. durumum olsa koşa koşa giderim şimdi. allah yalanı sevmez, hoşlanıyorum sizden..
siz giderseniz duman'a ve güdük mandalinalarıma selam edin he mi?
ps: resimdeki ayaklar benim değil, adı üstünde temsili. genç kadının self ayak fetişini temsil ediyorlarlarlar.
Newer Post Older Post Home

8 vatandaş cevab hakkı kullandı :

... gibi bazı HTML etiketlerini kullanabilirsiniz.

kullandım pek de eyyor oldu pek de güzel oldu tamam mı?

ayrıca çeşme ne zaman güzel oldu ki bozulsun!

ayrıca diye başlayıp sonuna ünlem koyunca görüşlerim kabul oluyor mu orada, olmuyorsa başka kalıp kullanacağım.

yaşasın macar salamı, yaşasın buda ve peşte!

evet tatil yapamadım.

@varol vallaha varol. sen olmasan blogu şey bağlıycak.
ney?
işte buna cevap vermeye korkuyorum.

tatil...

Anonymous said...

Kum, su, ağaç,rüzgar, güneş, bitki hepsi hakkaten çok güzel ama bunları insana servis etme fikrine bi türlü bağlanamıyorum. mandalina ağacı iyi mesela, o bunları kendine servis etmeye çalışmıyor. kirlilik insana mahsustur belki.

ben de gittim bu yaz, suyun üzerindeki incecik yağ tabakası için "işte zenginliğimizin simgesi" dedim. bir de geniş yaka ince kumaş tişörtlerimizin altındaki body building yapmış bedenlerimiz...

doğa bize güzel görünmek zorunda mı ki?

Anonymous said...

senin için bu kadar değerli bir yer için "tabi işletmeler, kulüpler de olsun, müzik yayını da olsun ama kurallar uygulansın" demişsin, fazla iyi niyetli gördüm seni! Burada sermaye bir yere girdi mi orası insanlıktan çıkar, al sana kural! "Sevdiğim koy, koy olarak kalsın orada da sıçtımının işletmeleri, yanar döneri, şekilli insan müsvetteleri olmayıversin" desene şuna allah aşkına

Mugene said...

eşimi götürdüm geçen haftasonu,uçak bileti alınca beach'e girmek bedava diye gittik girdik. Ben en son 5 sene önce gitmiştim böyle kötü değildi su. Eşime de dedim; burası çok güzeldi turkuaz rengiydi suyu. Akşam Alaçatı'ya gittik, gitmez olaydık. Nevizade'de cuma gecesi gibiydi, tren vagonu misali arka arkaya sıralanıp yürüdük, bu sırada İstanbul'lu elitler pahalı yemeklerini yiyip biz önlerinden geçenleri seyrediyorlardı. Kendimden tiksindim, onlardan tiksindim. Bir garip sinir halleri bastı üzerime.

sevgili adsız, benim için çok çok kıymetli bir sürü sahil vardı. geçtiğimiz 30 yılda çoğunun hayatı neredeyse sona erdi. kemer'de kamp yapardık yazları, yerli turist bile yoktu o zamanlar. şimdi kemer'i maslak tatil köyü yaptılar. tamamı beton. içimden yeşil yeşil hulk'lar çıksın, hepsini toz duman etsin istiyorum. ama orası olmasa illaki başka bir yer.

doğal zenginliklerimiz maalesef yönetimlerimize ekmek, aş, oğla gemicik, hanıma süpermarket zinciri oluyor senelerdir. bu konuda yapılacak şey belli, oy vermemek. gerçi türkiye'de doğru yönetim olabilmesi için, bunu talep eden bir çoğunluk lazım. mümkün mü? bilmiyorum.

öte yandan "benim hayatım boyunca gittiğim bir yere insanlar gitmesin, orada eğlenmesin diyemem." bu sözün arkasındayım. o insanlar serdar ortaç da dinmek isteyebilirler, dub step de. bunu senelerce hor görmenin bi faydasını görmedim.
iş bu sebepten artık orta noktacıyım. müşterek mutlulukçuyum.
bilmem anlatabiliyor muyum?



Temsili fotografa bayıldım en çok da kırmızı ojeye..

zey said...

ya ne güzel anlatıyorsun
hep anlat böyle..