8 sene önceydi. Bendeniz üniversiteden taze mezun, globalliğin ve corpırıtlığın bayrak sallayanı bir firmada memuriyet yapıyordum. 1 metrelik separatörlerin gölgesine sığınıp hayatta kalmaya çalıştığımız o keyif çölünde, penceremden 3 parmak gökyüzü görünür ve telefonlarım "şarp" 09:00'da çalmaya başlardı.
Şirketin en tatlı yeri printer odasıydı desem inanır mısınız? Call almaktan fenalaşıp bayılan memureleri oraya yanaştırıyoduk gün aşırı.
Özetle, ağlatan bir işim vardı ve haliyle ben de günümün büyük bi kısmını 80gr A4 lere sarılıp ağlayarak, onlayn günce tutup yazar olmayı düşlerek ve separatörlerin gerisindeki insanları türlü şekilli huzursuz ederek geçiriyordum.
Evin durumu nispeten daha iyiydi; ısıtmasız, küvetsiz, camı çerçevesi delik deşik kurt yeniği evimizde, makarna, kırmızı şarap ve muhabbetle bi şekil yolumuzu bulmaktaydık. Beni yazar olarak geliştirmeye and içmiş bir manitam vardı ve de'lerimi ki'lerimi ayırırken, öte yandan yazdığım o kifayetsiz günceden hesap sorardı. İyiydi aslında, lakin birine ona rağmen iyilik etmek de kolay değil, bilirsiniz.
İşte o ara internetten bi kızla tanıştım. Küçük İskender gibi şiir yazan bu müstesna varlık, bileğim kadar ince, gözlerim kadar tedirgin, ellerim kadar güzeldi. Ve aslen hiç böyle bi niyeti olmamasına rağmen, bana o güne kadar hiç bilmediğim bişeyi, yazacağım romanın ana karakterlerinden biri olan Prenses'i verdi.
Velhasıl, Şişli betonlarından eve süzülerek gelip, boş bilgisayar masasında kalem ve kağıtla, bu romanı yazmaya başladım o sıra. Zaman, contası emprimiş taharet musluğundan sızan su gibi sinsice, akıp geçti. Kitabı bazen 6 ay elime almadığım, her doğum günümde "bu sene kesssin bitiriyom olm" çekmelerim ve tandığım zaten 10 kişiden 9 unu bu hususta baymalarım oldu. Lakin bi türlü dibini göremedim.
Şiirselinden girdim ama aslında konu basit; Hayatımın Erkeği ekibi olarak uzun süredir üzerinde çalıştığımız romanımız var ve kendisini onlayn yayınlayacaaz.
İsmi: Ada Prenses ve Ben.
Konusu: Türlü piçlikler.
Ney? Hiç abartmıyorum, sırf özentilik olsun diye 140 sayfa orda parti, burda dağıtma hikayesi yazdım. Dayaklı seksli. "Amy Winehouse şarkıcı diilde müşteri temsilcisi olsa ne olurdu?" tadında.
Onlayn Çünkü: Ben bir Salinger değilim. İçimde küçük memeli bir Hilal Cebeci yaşıyor daha ziyade. Pampiş okuyucularım bana sevgi versin istiyorum. Yaani, sevgi çok zorluyosa layk mayk, idare ederiz. İşin aslı, sanırım bu kitap başka türlü bitmiycek. Ve bi noktada kendisine veda etmek istiyoruz ekipcek.
Konuya Dönersek: İnternetten tanışan 3 genç, biraz nevrotik olduklarına kanaat ettikten sonra, diğer insanları da buna inandırmak hevesine kapılırlar. Bunun için tek eylemi haftasonu çıkıp, birilerine sardırmak olan bir çete kurar, o çete için bir de, toplumu değiştireceğine inandıkları bir manifesto yazarlar.
Ne var ki bazı şakalar, bi noktadan sonra hep kaka olur.
Neden edebiyat? Çünkü ay kisd e buk end ay laykd it.
Hülasa, hayırlı olsun sayınlı okuyucu, her nerede scroll ederek roman okuyabileceğine inandın yahut inandırıldıysan.
Tıkla git hadi: http://adaprensesveben.blogspot.com/
Biterken,
Bir nevi stand up kollektifi Kısmet Şov:
4 Ağustos perşembe - Leman Kafe
18 Ağustos yine perşembe - Dogztar
@ 22:00, diye duydum. (sıcak olacak - samimi manasında)
Yanlışsam düzelt, hatalıysam sellektör yap: twitter/yanilgi
8 vatandaş cevab hakkı kullandı :
bi artislik yapmış onlayn yayınlarım demişin.. dön daha başındayken..
her ne bok yazdıysan -ki bi tık uzakta ama bakmıyorum- onu yazarken hayal kurdun, heyecanlandın, birilerine anlattın, taslağını okuttun..
milletin kafasını siktin, kredisini tükettin.. inat ettin, yazmaya devam ettin.. zaman içinde artık toparlayamıcağın hale geldi, seni aştı.. yazdığın şey seni geçti.. ama sen bu yarışı bırakmadın ki yazmaya devam ettin.. onunla mücadele ettin..
insanlar siktiriboktan basit edebiyata, sanatmış gibi görünen pop kafalara götünü yalatırken sen bişi yaptın..
tekrar.. ne yazdın bilmiyorum.. ama sekiz sene olmuş..
garip izmler saydırma bana, objektivist götlerin neresine girip mutlu olucaksın.. bi kıçlık yer açsınlar diyemi..
sen bişi yazmışsın.. birileri milliyetin bikinili kızları ve porno sitelerle facebook arasında ufak bir pencere ayırsın diye mi sana..
kimse sikimde diil rene..
öleyse nedir onlardan alıcağın, on gerizekalı anlayamadıkları klozetin fotoğrafınıda çekiyor bienalde.. bir salak çıkıp bağırıyor içlerinden, biri oturup sıçsaydı o zaman olurdu..
lan, nolurdu.. ne anladın, anlamanın yakınında diilsin..
şimdi bu adamlar, kadınlar, yada kimliklerini ne sikin üstüne kurdularsa bu hayvanlar güdüleriyle sadece, kokunu sevicekler, arka arkaya gelen harflerin bazılarını seçicekler.. bu hayvanlar "zaaf" kelimesini sadece iki ünlüden farkedicekler..
kendini satmak, pazarlamak.. buna başladığında deniz bi süre alınır, yenir, tüketilir olucaksın.. ama sadece bi süre.. sonra tadın bayıcak.. kavunlun çıkıcak, yeşil elmalın.. unutulucaksın..
gerçekten, herhangi bir gerçeğe kendini satmak istediğinde sana "seni eskisin" dicekler..
at bana kitabı, bir haftada düzenliyip veriyim geri, sonra yayın evine mi götürüyosun, götüne mi sokuyosun naparsan yaparsın..
(bu gibi manyak durumlarda ben "sen kimsin" sorusunu es geçiyorum, sen kimsin ve hayatıma müdahale etmek istiyosun.. ben müdahale etmek istemiyorum.. benim de birtürlü bitmeyen kitabım var, anlaşalım, sen de onu toparla.. yapmak zorunda diilsin ama ben bi karşılık beklemiyorum.. bu mesajı okuyan bir dolu malın aklındakini de şimdiden eziyim "aşık olduğum bi kız var, şu an ingilterede, ayrıyız, deniz'e yanaşmak gibi, sancılı, ergen fikirlerim yok, hepinizin suratuna sıçıyim")
lazımdı ama bu parantez.. sıkıyorlar sonra insanı, bloguma yada bi başka sayfama gelip işiyorlar her yere..
sevgili rene, beni bu kadar ciddiye aldığın için seni seviyorum. sevmek benim teşekkür etme biçimim, umarım bi sıkıntı çıkarmaz:)
sakin ol pliiz, bi noktada bu kitabı basacağız. bir romanın internete konulmuş olması, eğer varsa onun değerini düşürmeyeceği gibi, basılmış olması da aslen bir değer katmaz.
geri kalana cevabım, profil açıklamasında yıllardır duruyor."tüketin annem".
satılık değil tüketilebilirim.
herşey gibi, ne eksik, ne de fazla.
insanlar (böyle genel konuşma hakkını kim verdi lan bana)..
insanların çoğu seçim yapmamak için yırtınorlar.. rum ağzı.. dramatik bişiler katsın yazıya.. öyle mi devam etsem..
o an yaşanan ne kadar sıksa, siksede "en azından"la idare etmek.. bilemoorum.. (yapmiyim bunu, bok gibi oldu)
sen seçim yapabilir görünüyosun.. net.. bu seçimi yapabilmek için bile yıllar gerekiyo.. vazgeçebilmek için vazgeçiceklerini tanımış olmalısın.. (baya antik yünan kafasına geldim, biraz sonra ilk felsefi çıkarımı yapıcam hissediyorum, 2500 sene gecikmeli)
reklamcısın, reklamcı olmayı giyinmişsin, artık karanlıkta bir kilometre uzaktan kokunu alabilirim.. ama tam öylede diilsin.. araya başka kokular karışmış, kasten diil.. en azından hepsi..
düşünce matematiğin (böle matematik falan diyince analitik bi bok gibi duruyo, ne alakası, az önce söylediklerim kadar hesapsız, yanlı aslında) kendine bi "sabit" eklemiş.. o sabit her insanda farklı diil, o yüzden birbirlerine benzeyip genelden çıkarımlarla yaşayabiliyorlar.. onlar.. her yerdeler.. "anneeee... anneeee.. karadedeler" 8 ağustos 2011.. (fragmana geçtim, karadedeler ne amığa koyin, çekene çekeyim)
neyse işte o sabit tüm formülleri bozar, kesinliği ömrünün sonuna kadar hayattan çıkarır.. artık herkesin birleştiği noktada sen sonuç veremezsin.. en fazla eş değer diyip geçersin..
doğal olarak benim sabitimde götümde.. acayip bişi, kendim bile anlamıyorum.. su çok güzel ama burda.. kimsenin lise iki mantık kitabıyla çözmeye yaklaşamıcağı bi uzaklık, hatta bazı durumlarda doktora yapmış olman bile mekanda fotoğraf makinası çıkarıp kız sikmeye çalışan çocuk kadar koruyor seni..
tasarladıklarım hep en uzağa işiyor.. işte bu işeme konusunda sana yada bir bölüm azınlığada teğet geçiyor..
daha büyük bişi için, sonunda gerçekten kendini hissedebilmek için o an önümdeki güzel, bol gogainli, karılı gızlı, parlak yakalı gömleklerden vazgeçtim..
bu biyerde, özellikle kimsenin aynı seçimi yapmadığı yerde yalnızlıktan, korkudan titretiyor seni.. ne kadar bir olsamda, gene de birilerine ihtiyaç duyuyorum.. herhangi birilerine.. sanat galerini malca gezip çekilen kedi fotosu dahil sikim sokum herşeye bakmam ondan işte.. yapanla diilde yaptığıyla benim ilişkim.. ama oda çok satılık, bir bağ kuramıyorum..
artık ne kadar anlatabildiysem..
seni sahipleniyorum.. sahiplenmek benim teşekkür etme biçimim..
Renenin yazdıkları üzerine yazmak ve yayınlamak üzerine fikirlerimi dile getirmek istedim.
şahsi fikrim ikisinin ayrı arzulara dayanıyor olduğu. yazmak daha içten gelen kişisel bir ihtiyacın giderilmesi. iyi yazmaya çalışmak da bir iddia. kendinle ve dünyayla girdiğin bir iddia. kendinle girdiğin iddianın sonucunu kendin tayin ettiğinde bir noktada şüpheye düşüyorsun. başkalarına ihtiyaç duyuyorsun. dış dünyanın görüşleri seni yönlendirmiyor, kendi içine farklı bakmanı sağlıyor. dış dünyayla girdiğin iddianın sonucunu da kendin tayin edemiyorsun, diğerleri de edemiyor. buna zaman karar veriyor. geriye ne kadar kaldığın kadar hatırlanıyorsun ve bu bir değer ölçüsü ise o kadar değerlisin.
tamamen beni ilgilendiren meseleleri başkaları ile neden paylaşayım? buna cevabım şudur, yazmaya başladığın an itibariyle içindeki artık sana ait değildir. yazı da içindeki değildir. kimse içindekini olduğu gibi yazıya aktaramaz, çümkü kimse içindekini olduğu gibi hiçbir zaman bilemez. yazdığı an itibariyle nasıl hissediyorsa, ona nasıl geldiyse öyle aktarır içindekini ve yazılan sadece o anı işaret etmiş olur. o anın yazıya dönüştürülmüş halini. bu durumda ortaya çıkan paylaşılmasında mahremiyet anlamında problem olmayan bir eserdir. bu eseri paylaşıma açmak tamamen yazarın kararıdır. bu eseri değerlendirmek de okurun.
okur dediğimiz bilinmeyen biz ne kadar özgürsek o kadar özgürdür ve baştan onunla paylaşıma girerken kendisinden hiçbir beklentimiz olmamalıdır. bu durumda eseri beğenmek veya çöpe atmak, hiç dikkate almamak onun bileceği iştir. peki bu paylaşımın milliyetin bikinili kızları ile facebook pencereleri arasında yapılıyor olmasının ne anlamı vardır? internet sadece bir mecradır. basılı mecradan farklı değildir anlam olarak. benzer mantıkla basılı bir kitabın da bir porno dergisi ile aynı rafta bekletildiğini iddia edebiliriz, veya tuvalette zaman geçirmek için okunduğunu, ya da daha aşalağıyıcı örnekler de bulabiliriz ama önemli değil bence bu örnekler çünkü önemli olan eserin okura ulaşıp ulaşmadığı ve nasıl ulaştığıdır.
kimsenin yazdıklarımızı anlama zorunluluğu yok. anlamayınca nasıl aptallaşmıyorlarsa anlayınca da zihinleri açılmıyor. örneğin porno hakkında yazdığım bir öykü bir başkası tarafından ahlaksız ve toplumu tehdit edici olmakla suçlanıyorsa, bu o kişinin algısını gösterir sadece. ahlakla olan ilişkisini ortaya koyar açıklamasıyla. bu en fazla onu biraz daha yakından tanımamıza vesile olur.
değer meselesine gelirsek, her okur değerlerini kendi belirler. salinger benim gözümde bir kahramandır ancak denizin yazdıklarını okumak benim için salingerinkini okumaktan daha değerlidir çünkü deniz bizden bahseder ve yazdıklarını okumak kendi içine yöneltilen bir aynaya bakmak gibidir, salinger ise kendisinden bahseder ve ben salingerin yaşadığı yerleri bilmeyen biri olarak yazdıklarından uzaktan etkilenirim. onu metalaştırırım, gözümde ikon olur ve ulaşılmazdır artık, ancak ne kadar usta olsa da salingerin ölümü veya yazmayı bırakması beni ancak ve ancak uzaktan üzer. çok üzer ama uzaktan. aynı şeyi deniz için veya bir başka tanıdığım bir yazar/yazar adayı için söyleyemem. onun başına gelirse yine çok üzülürüm ama bu yanıbaşımdaki bir olaydır ve acısı çok daha derin olur. demek istediğim tabi ki bu kişisel bir görüş ama, değer yargıları şahsidir, genel kabul görmüş değerlerden daha çok sahiplendiğiniz değerler olabilir ve örnek olduğu için adını yazıyorum, denizin hiçbir zaman newyorker'da öyküleri çıkmasa da benim için salinger ile eşdeğer olacaktır yazıları ve sırf bu şahsi görüşüm sebebiyle bile bence yazmaya ve paylaşmaya devam edilmeli. her nerede olursa olsun.
@momos çok saol olm. sayenizde sırtım yer görmüyor.
Ben de Momos'un yourumlarini her zaman keyifle okuyorum. Onun yorum birakmadigi yazilarda birseyler eksikmis hissiyati duyuyorum. Soyledigin cok dogru, herkes bir sekilde yazabilir, yaziyor da zaten, aslinda herkes yaziyor sahiden de. Herkesin bir karalama donemi olmustur, bu genclik donemlerinde baslayan gunluk olmustur gelenellikle. Online veya kagitlara herkes yaziyor birseyler. Yani her sabah kalkip 1 saat kosuyorum demek nasil bunu yapmayan insanlarda bir hayranlik uyandiriyorsa da, her gun kosan insanlarin kaci atletizm yarislarina da katilicam diyor mesela... Yazmak ve yazar olmayi hedeflemek boyle birsey.. Deniz'in hedefi acab bir ikinci (ya da bilmem kacinci) bir Pucca olayi yaratmak mi bilmiyorum. Ama Pucca'yi amatorce yazarken arada bir okuyup begenen ben, satutsunu degistirip kendisini artik "yaziyorum" diye pazarlayabildikten sonra artik okumuyorum. Cunku ben kendisine bu statuyu yakistirmiyorum, ve okumuyorum, begenmiyorum. Deniz'in yazdiklarini arada bir begenerek okuyorum. Ama gunun birinde bir dergide veya gazetede yazsa okur muyum? Sanmiyorum...
@parisli pebbles benim mesleğim yazarlık aslında son 7 yıldır, dergilerde de yazdım, başka şeylerde de. neys...
belki de yazara yazarak yaşamayı lüks görmemeliyizdir. belki de insan yazarak makul paralar kazanabilmeli ve yaşayabilmelidir.
şaka yollu ben Sallinger değilim efenim ayaklarını geçiniz. bunu saymayız bir dahakini kapaklı neyin bekleriz :)
Post a Comment