Nil Gibi Değil Gibi

By | 3/15/2010 28 comments

Bu aralar dünyayı her zamanki bilimsel, araştırmacı gazeteci, meraklı gözlerimle izleyemiyorum. Daha çok japone kısık gözler ve güneş gözlüğü ardına saklanma modundayım ki, modumu seveyim, bi de kırmızı şarabı, herneyse...

Bu ay çıkan Vogue dergisi, cebren ve hile ile benim de evime girdi. Onca sanatsal yayın arasında kendine uygun bir yer edinemeyip kanepenin altına kaçana kadar, içinden üj-bej kuple yazı okumayı bile becerdim. Ki bu kuşkusuz, genç kızların tartışmasız wannabe'si, özgür kız, reklamın kraliçesi Nil hanımın yazısıydı.

Aklımda kaldığı kadarıyla yazı şöyle başlıyor;


"New York'tayım, 5. cadde'de, üstümde pembe tütü eteğim, koşuyorum. Yağmur yağıyor ve kendimi çok özgür hissediyorum. Hayatımda ilk kez ailemden bu kadar uzağım. O New York günlerim olmasaydı ben özgür kız olamazdım."

Bunun Leşo Deniz versiyonu geliyor hemen aklıma, aşağı yukarı şöyle bişey;

"Kadıköy otobüs yazıhanelerinin önündeyim. Üstümde yapay deri ceketim, daha da fenası grunge tarzı oduncu gömleğim. Koşuyorum. Hayatımda ilk kez ailemden bu kadar uzağım ve Haydarpaşa gibi bi yapıyla karşılaşmışım. Kendimi köylü hissederek, binaya doğru ilerliyorum. O sırada Yazıcıoğlu'ndan fırlayan kopya CD'ciler önümü kesiyor; "Abla cüceli var, zencili var..." İşte o günlerim olmasaydı ben özgür kız olamazdım."

Bi de şu vardı; Nil kızımız, bi boy büyüğü Ayşe ablasıyla röportajlaşıyor. Ayşe abla Nil olmanın formülünü soruyor da, cevap şaşırtmıyor: "Ailesinin kuzusu, sevgilisinin göz bebeği, üstüne biraz şımarıklık, biraz özgüven..."

Bendeyse durum; "Ailenin gözüne 30 yıl giremediğin gibi, sevgililerinin genelde ilaçlayıp telef etmek istediği bi kişi ol. Biraz sinir hastalığı -genetik-, bi tutam depresyon, bolca ayarsız neşe..."


Fakirliğin, dışlaklığın, hayatında bi ecnebi memleket görememişliğin, hatta oralardan kendine bi tütü etek, bi çift disaynır çizme, bi vintaj şapka alamamışlığın verdiği eziklikle, bu tür yazılara/açıklamalara tilt olurdum ben eskiden. Hani özgürlüğün yolu sanki ananın babanın cüzdanından geçiyormuş da, parası olmayan yeterli farkındalık üretemezmiş gibi.

Ya da sevgiye doyumsuzluğun, çok sesli mutluluğun tüm insanların gözünü yaşartmalıymış, dünya sana duyduğu kıskançlık dolu saygıyla önünde el pençe divan durmalıymış gibi, değil gibi...
Oysa şimdi bakıyorum, ne boş kızmalarmış bunlar; sana ne kızın tütüsünden? Pelin Batu'nun vintajından, yok efendim, ayşeözyılmazeli twitleyen 26 bin insandan? Ayşeyi bulsam ben de en az bi kez twitlemek isterim artık, Pelincim uyurken yanağına buse kondurur, Nil üstüme stage divesa, nazik nazik tutarım totoşundan.

Yani demem o ki miss mevlana oldum ben, gel nil, gel ayşe, gelin. Şımarıklığın şevkinde, biricikliğin bikbikinde olsanız yine de gelin, beni bozmaz. Babanın parasıyla gittiğin new yorkla özgür, kocanın parasıyla çektiğin videonla özgün, açtığın butiğinle instyle, krotörlediğin serginle kreatif olsan, yine de aferim tatlım sana.

Bundan kelli desdur edineceğimiz felsefemizi açıklıyorum ben gibin fakir hemşirelerim, tüm ezikliklerimize bire bir.

ŞÜKRET - HELAL ET (kurban) - DEVAM ET...
Yolumuz açık olsun.



Biterken...
Vög değip geçme,
eski kapakları şahane. Ve ne kadar çok moda blogu var yarebbi, insanlık giyinmeseydi, halimiz ne olacaktı? Çok tembel, çok yorgun, çok bişibişi. herşeyçokgüzelolacak. ı belive.

Newer Post Older Post Home

28 vatandaş cevab hakkı kullandı :

Taro said...

Çok güzel yazı olmuş be. Bayıldım ve her daim Nil Karaibrahimgil'in sözde marjinalliği gözüme battığından duygularıma tercüman olunmuş resmen yazıda. New York'tan aldığımız tütülerimiz olmadı bizim ondan köylüyüz, o çocuk şarkılarıyla marjinal.

ehehe deniz x10. ben de okudum yazıyı, daha ilk paragrafında sexandthecities dizinden bir kare görünce, beni bozar bu içerik diyerekten kendimi yalnızca görselleri hızlıca geçmeye verdim. yalnız, maksimum hızda resimlere bakıp sayfaları çevirsen de, bitmiyor dergi yahu! misafir odasını beyaz örtülerle kaplayan bir neslin çocukları olmanın derin acısını daha hisseder miyim acaba? ha bu arada, aylaaaaavniivyork.

outlaw said...

ben de orhan pamuk'un istanbul kitabini okurken benzer duygulara kapilmistim. "asagidan" gezi yazilari yazasim gelmisti, "benim sehirlerim" tadinda yasadigim sehirleri de katip. "bir sehir, bir hayat öyle yasanmaz, böyle yasanir" demek icin...

şu blonkta okuduğum en gerçek yazı bu.. diğerleri de güzel ama bu başka olmuş.. iyi olmuş, iyi demişin...

ayrıca serdar erener'in kaşlarının çatına koyim o klipteki..

nil kadınıda uyduruk bir ajansın uyduruk yazarıyken erken keşfedildi, az daha yıllansa 4654. sınıf barlarda karaoke yapıyodu..

burdan çıkardığımız sonuç, kendini çok sevdir, hedeflerine uyan birine sevdir.. sen sevmesende olur.. problem yok.. dünya bu.. basit..

haha!
nil ve turevleriyle ilgili olarak katiliyorum, eline saglik.
vogue'la ilgili olaraksa, tanimadigim birinin feysbuk statusunden alinti yapmak istiyorum izniyle:
"vogue'da bi bogue yogue"

O Ayşe Abla'ya verilen röportajdan alıntıladığın lafı hafızamın öyle dantelli bir köşesine koymuşum ki, okuyunca derhal bütün duygu setiyle çıkarıp karşıma koydum, uzun uzun baktım. Nil'e sinir oldum diye kendime sinir olmuştum ama artık hem ona sinir oluyorum, hem varlığının g.tüme battığını kabul ediyorum. Babam bile karşıma geçip "görüyo musun kızı bak nası kabul ettirdi işlerini, deli işte" diyosa ben bu Nil'i gördüğüm yerde yolarım arkadaş.

Anonymous said...

cok guzel.. aklina ve eline saglik..bir dustur da ben eklemek isterim seninkilerinin en basina musadenle

SIKTIR ET...ŞÜKRET - HELAL ET - DEVAM ET

boyle nasil oldu?

Anonymous said...

hahaha cok iyi cok!

New York'ta en son gecen sene 5. ave'de pembe tutu giyen biri vardi, o da gay parade'in en gozdesi idi... time out ny'a konu olmustu...

artik gerisini bilmem...
ayca u.

ben en çok ferzan özptek yazısını sevdim dergide, bi de zeki müren analizini:)) o moda bloggerlarindan biri olarak soyluyorum, senin bu blogun denizcim moda bloglarindaki en moda seylerden biri:))

Imzami atmak istiyorum yazinin altina dorusu:)

JeZeBeL said...

ay harika,ne diyeyeyim daha!

Açalya said...

Ben olamadım hala miss mevlana...hala kılım bunlara.

SENİ SEVDİM...

Anonymous said...

bok gibi yaziymis. ne vasat insanlarsiniz, vizyonunuz cucuk kadar, kendiniz gibi vasat insanlari elestirerek prim yapiyorsunuz. yazik lan.

Anonymous said...

1000 volt gücünde özgüvenle çarpıldı lan beynim. Bu salakları sevmeyen azıcık kütleden biri sanıyordum kendimi, kendime uyuz oluyordum. Nil güzel de çekemiyorsun salak diyordum. Oh koy götüne. Valla rahatladım.

O mertebeye bende erişmek istiyorum ayrıca. Miss Mevlana. Güzelmiş.

ya bi saattir (sembolik) düşünüyorum ne yazayım diye. bu yazın da her zamanki gibi beni yardı :)) yazıyı okurken eşime dedim ki "ben artık yazmayacağım" (bir hikaye blog'um var da.) "niye?" dedi. "bu kadar iyi yazan varken ben ne yazacağım" dedim.
O kadar bayıldım. Anla artık :)

yazıyı sevenleri öpüyor, hepimize cücük diyen adsıza da "sen de gel" ediyorum. ayrıca adsız, kim olduğunu biliyorum be bebeşim.

ağız dolusu "orrrospu çocukları" dense daha bi huzur dolardı bünyem.. cücük ne ya.. bu kadar kötü hakaret duymamıştım hiç, yaşlanıyorum çaptan düşüyorum galiba artık...

Anonymous said...

Seninki kıskançlık hissiyatının dışa vurumu, alışılageldiği üzere. Her dişide bolca mevcut ve malesef yapacak bir şey yok. Bi bitter çikolataya dolanda gel bakim. Mevzu nilden açıldı madem, seni farklı yapan farkındalığın ne? ondan bahset hele bi dahakine.

FKH said...

kukuletasını kaybetmiş deliler için gelsin bu yazı.. evet onların olsun..

sevgili adsız, ya okuman yazman yok, ya da okuduğunu anlamaktan muafsın. en iyi ihtimalle ne yazabiliyor, ne de diyecek bişey bulabiliyorsun. ok, problem değil canım. burda senleri de aydınlatıyoruz.

kıskançlık kadına değil, insana özgü bir duygu. tıpkı yazdıklarımı okurken, vay anam 40 yıl uğraşsam bunun onda birini diyemem diye dövünürken duyduğuna benzer, ılık bir his.

ama burdaki konu kıskançlık değil, dürüstlük. kendime, size, hayata karşı dürüstüm, bişeyler düşündüm ve söylemekten çekinmeyeceğim. farkındalığım bundan ibaret. farklı olduğumu da sen idda ettin şimdi, oysa ben 90larda oduncu gömlekle kadıköyde koşan yüzlerce kızdan biriydim.

let love heal you,
d.

Muha, süper bi yazı olmuş. Evet evet.

Anonymous said...

Siyahken hafiften grileşmiş kot ve botlar da var mıydı Deniz? :)

Anonymous said...

hayran kaldım!

ferulé said...

newyork ta tütüyle gezse, elli küçük zenci O nu tütü güzeli yapar ya zor o iş.
bu bir,

ikincisi de; farklı olmak filan, üstümüze ot bok serpip kendimizi oluşturmak ne acayip işler, cebimde şıngır şıngır eden para gulumsetiyorsa beni hinto hinto, ben normalim aga :)

Önce bir yorumları okuyayım sonra yazayım diyordum ki Ferule yazmış söyleyeceğim şeyi zaten. Tütüyle hem de 5. caddede hem de koşmuş. Nasıl koşmuş o kalabalıkta trafikte de özgür hissetmiş önce bunu düşündüm, sorguladım. Sonra da New York'a gittim ama hala parasız ve şımartılmamış olduğum için sanırım özgür kız olamadım diye hayıflandım.

onur e said...

baba parasını ezerek new york'a gidip özgürlüğü bulan küçük ortadoğulu'nun pembe tütülü maceraları... aslında acınacak bir durum gerçekten. 5th avenue'ya çıkmadan olmuyor artık. bir zamanlar almanya'dan gelen naylon poşetleri (türkiye'de olmadığı için) biriktiren bir milletin yeni jenerasyonuna zerk edilmiş naylon farkındalık ve kendini keşfetme merakı, new york'u tartışılmaz bir "destinasyon" haline getirmiş... nil, pelin ve türevleri beni de geriyordu ne zamandır. bu yazıyı o yüzden çok sevdim, eline sağlık.

mihahaha... yürü be arkandayım! :D